24 Kasım 2014 Pazartesi

T.C. YARGITAY
12.Hukuk Dairesi

Esas:  2013/14653
Karar: 2013/23252
Karar Tarihi: 20.06.2013

İHALENİN FESHİ DAVASI - İNTİFA HAKKI ŞAHSA BAĞLI OLMADIĞINDAN BAŞKASINA DEVREDİLMESİNDE HACZEDİLMESİNDE VE SATILMASINDA BİR USULSÜZLÜK BULUNMADIĞI - İHALENİN FESHİ TALEBİNİN REDDİ GEREĞİ - HÜKMÜN BOZULMASI

ÖZET: Somut olayda intifa hakkının hak sahibince şahsen kullanılması gerektiğine yönelik sözleşmede hüküm bulunmadığı gibi, ihale konusu olan konaklama tesisi müstakil apart vasıflı taşınmaz üzerindeki intifa hakkının durum ve koşullardan hak sahibince şahsen kullanılması gerektiği anlaşılamamaktadır. Bu durumda, intifa hakkı şahsa bağlı olmadığından, başkasına devredilmesinde, haczedilmesinde ve satılmasında bir usulsüzlük bulunmamaktadır. Diğer taraftan, Tapu sicil müdürlüğünün tescil talebini reddetmesi idari bir işle olup, idari yargıda dava konusu yapılabileceğinden anılan husus ihalenin feshini gerektir bir neden değildir. O halde Mahkemece ihalenin feshi talebinin reddine karar verilmesi gerekirken aksi yönde hüküm tesisi isabetsizdir.

(4721 S. K. m. 794, 803, 806) (2004 S. K. m. 94, 121) (6100 S. K. m. 27)

Dava: Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki alacaklı tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü:

Karar: Alacaklı tarafından bonoya dayalı olarak kambiyo senetlerine mahsus haciz yolu ile başlatılan icra takibinde, İstanbul ili Eyüp ilçesi, Göktürk Köyünde kain 1190 parselde 18.01.2006 tarih 4823 yevmiye numarasıyla borçlu Ahmet cem Aydemir lehine kurulan intifa hakkı üzerine 15.06.2009 tarihinde haciz konulduğu, intifa hakkının 27.01.2012 tarihinde ihalesinin yapıldığı, ihale tarihinde sonra tapu sicil müdürlüğünün ihale alıcısının tescil talebini reddettiği, ihale alıcısının ihalenin feshi istemiyle icra mahkemesine başvurduğu, mahkemece taşınmazın önemli nitelikleri konusunda hataya düşürülmesi durumunun oluştuğu gerekçesiyle ihalenin feshine karar verildiği anlaşılmaktadır.

TMK. nun 794.maddesi uyarınca intifa hakkı sahibine, taşınmaz üzerinde tam yararlanma yetkisi sağlar. 803. maddesine göre ise intifa hakkı sahibi, hakkın konusu olan malı zilyediğinde bulundurma, yönetme, kullanma ve ondan yararlanma yetkilerine sahiptir. Öte yandan, IMK. nun 806.maddesinde ise <Sözleşmede aksine hüküm yoksa veya durum ve koşullardan hak sahibince şahsen kullanılması gerektiği anlaşılmıyorsa, intifa hakkının kullanılması başkasına devredilebileceği ...> düzenlenmiştir.

İntifa hakkı o malın zatına taalluk etmeyip sadece faydalanmayı temin edeceğinden, İİK.94 ve 121 maddelerine göre gayrimenkulün aynına yönelik olmayarak menfaat ve gelirinin haczi, satışı mümkündür. Nitekim Dairemizin 13.11.1950 tarih, 1890-5090 Sayılı kararı da bu yöndedir.

Somut olayda intifa hakkının hak sahibince şahsen kullanılması gerektiğine yönelik sözleşmede hüküm bulunmadığı gibi, ihale konusu olan konaklama tesisi müstakil apart vasıflı taşınmaz üzerindeki intifa hakkının durum ve koşullardan hak sahibince şahsen kullanılması gerektiği anlaşılamamaktadır. Bu durumda, intifa hakkı şahsa bağlı olmadığından, başkasına devredilmesinde, haczedilmesinde ve satılmasında bir usulsüzlük bulunmamaktadır. Diğer taraftan, Tapu sicil müdürlüğünün tescil talebini reddetmesi idari bir işle olup, idari yargıda dava konusu yapılabileceğinden anılan husus ihalenin feshini gerektir bir neden değildir.

O halde Mahkemece ihalenin feshi talebinin reddine karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçeyle hüküm tesisi isabetsizdir.

Öte yandan HMK'nun 27. maddesinin (1). fıkrası gereği hükmün <Türk Milleti Adına> verilmesi ve aynı fıkranın (e) bendi gereği hükümde <gerekçe kararın yazıldığı tarihin> yer alması zorunlu olup, kanunun bu emredici hükmüne aykırı davranılması da doğru bulunmamıştır.

Sonuç: Alacaklının temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK. 366 ve HUMK.’nun 428. maddeleri uyarınca BOZULMASINA, ilamın tebliğinden itibaren 10 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 20.06.2013 gününde oybirliği ile karar verildi. (¤¤)



10 Kasım 2014 Pazartesi

T.C. YARGITAY
8.Hukuk Dairesi

Esas:  2011/761
Karar: 2011/1772
Karar Tarihi: 29.03.2011

ELATMANIN ÖNLENMESİ DAVASI - BİNANIN ZİLYETLİK HAKKININ KAYBEDİLDİĞİ ANCAK BİNANIN BULUNDUĞU ZEMİN ÜZERİNDEKİ ZİLYETLİK HAKKININ DEVAM ETTİĞİNİ KABUL ETME İMKANI BULUNMADIĞI - DAVALININ ÜSTÜN ZİLYETLİĞİNİN VARLIĞININ KABULÜ GEREĞİ

ÖZET: İhale ile satış sonunda taşınmaz üzerindeki binanın zilyetlik hakkının kaybedildiği ancak binanın bulunduğu zemin üzerindeki zilyetlik hakkının devam ettiğini kabul etme imkanı bulunmamaktadır. Bu açıklamalar karşısında davalının üstün zilyetliğinin varlığının kabulüyle davanın reddine karar verilmesi gerekirken yanlışa düşülerek yazılı gerekçeyle davanın kabulüne karar verilmesi doğru olmamıştır.

(4721 S. K. m. 973, 981, 982, 983) (YİBK. 09.10.1946 T. 1946/6 E. 1946/12 K.) (HGK. 12.09.1982 T. 1979/8-589 E. 1982/482 K.)

Dava ve Karar: A. ile M. aralarındaki el atmanın önlenmesi davasının kabulüne dair Beykoz Sulh Hukuk Mahkemesi’nden verilen 15.09.2009 gün ve 585/1004 sayılı hükmün Yargıtay’ca incelenmesi, davalı vekili tarafından süresinde istenilmiş olmakla dosya incelendi, gereği düşünüldü:

Davacı A. vekili, vekil edeninin dava konusu 487 ada 1 parsel sayılı taşınmazın 400 m2 kısmının 1985 yılından beri zilyedi olduğunu, icra müdürlüğü tarafından taşınmaz üzerindeki iki adet binanın haciz edilerek ihale ile M. tarafından satın alınarak daha sonra davalıya satıldığını, davalının talebi üzerine vekil edeni aleyhine men kararı verildiğini, tahliye için gelindiğinde zor durumda kalan vekil edeninin tahliye edeceğine dair taahhüt imzaladığını, icra ile satılanın zilyetlik değil taşınmaz üzerindeki binanın enkazı olduğunu ve enkazın alıcıya teslimine itirazları olmadığını açıklayarak davalının vekil edeninin zilyetliğine tecavüzünün önlenmesine karar verilmesini istemiştir.

Davalı M. vekili, vekil edeninin taşınmazın zilyetliğini burayı icradan satın alan M.’den aldığını ve aldıklarında boş olduğunu, davacının gelip oturması üzerine kaymakamlıktan men ettirdiklerini, davacının halen rahatsızlık verdiğini, taşınmazın Hazine adına orman sınırları dışına çıkartılmış olduğunu ve zilyetlikle kazanılamayacağını, davanın tarafının Hazine olduğunu açıklayarak davanın reddine karar verilmesini savunmuştur.

Mahkemece, dava konusu binanın zilyetliğe konu taşınmaz üzerinde olup, yer üzerindeki muhdesatın zilyetliği veya mülkiyetinin bir kişiye, zeminin ise başka bir kişiye ait olmasının mümkün olmadığı, muhdesatın yerin tamamlayıcı parçası olup yer sahibinin mülkiyetinde bulunduğu, icra yolu ile satılanın zilyetlik değil enkaz olduğu gerekçesi ile davanın kabulüne, davacının 16.03.2009 tarihli teknik bilirkişi krokisinde kırmızı ile gösterilen alanın zilyetliğine davalının el atmak şeklindeki vaki tecavüzünün önlenmesine karar verilmesi üzerine; hüküm, davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

487 ada 1 parsel tapuda 178.005 m2 miktarı ve orman vasfı ile Hazine adına kayıtlı olup dava konusu edilen yer bu taşınmazın 400 m2 miktarlı ve üzerinde gecekondu niteliğinde yapının olduğu bölümüdür. HUMK’nun 76. maddesi uyarınca, maddi olayları ileri sürmek taraflara; hukuki nitelemeyi yapmak hakime aittir. İddianın ileri sürülüş şekline göre temyize konu dava TMK’nun 981 vd. maddelerine dayalı zilyetliğin korunması isteğine ilişkindir.

Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kurulu’nun 09.10.1946 tarih, 1946/6 Esas, 1946/12 Karar sayılı kararında aynen <…MK. 896. (TMK. 983) madde uyarınca bir taşınmazda zilyetliği tecavüze uğrayan kimsenin bu hakkının korunması için açacağı davada; şeye malik olduğunu veya zilyetlik hakkını beyana lüzum olmadan sadece zilyetlik sıfatını değiştirerek tecavüzü ispat etmesi yeter. Bu halde hakim, yalnız davacının gerçek ise zilyetlik halini tespit ederek tecavüzün önlenmesine karar verir. Bu karar zilyetlik konusunda kesin hüküm meydana getirmez. Zilyede mülkiyet hakkı vermez ve diğer tarafa mülkiyet iddiasıyla yetkili mercilerde başkaca dava açmak hakkına dokunmaz...> denilmektedir.

Davacı yan, orman idaresinin taraf olmadığı eldeki bu davada herhangi bir hakka değil, sadece mukaddem (önceki) zilyetliğe dayanmaktadır. O halde, bu davada öncelikle çözüme kavuşturulması gereken husus, davacının somut olayda, davalıya karşı üstün ve korunmaya değer zilyetliğinin bulunup bulunmadığıdır. Çözümlenmesi gereken sorun bu olunca, zilyetlik kavramı, niteliği, hukuki fonksiyonları üzerinde kısaca durulmasında yarar vardır. Zilyetlik eşya ile şahıs arasında eylemli (fiili) bir bağ, yani ilişki olup ve buna bağlı olarak da fiili hakimiyet altında bulundurmaktan doğan hukuki yetki ve vecibeleri de gösteren ve düzenleyen hukuki bir müessesedir. Kanunda sözü edilen fiili hakimiyetin meydana geliş şekli önemli değildir. Bunun bir gasp ve tecavüz sonucunda elde edilmiş olması da mümkündür. Bu bakımdan hakka dayanmayan zilyetlik (hırsızın zilyetliği) hukuk nizamınca korunmaktadır.

Ne var ki; bu korumanın sosyal huzur ve sükunun korunması ve sağlanması için kabul edilmiş olduğu gözden uzak tutulmamalıdır. Zira hukuk düzeninin yanında birde barış düzeni vardır. Hukuk hareketi; barış ise, sükunu ifade eder. İşte zilyetlik, bu barış düzeninin vücut verdiği bir müessesedir. Zilyetliğin hukuki fonksiyonlarından birisi de, fiili durumun başkaları tarafından keyfi olarak bozulmasını önlemektir. Hukuk düzeni böylece toplumun esenliğini korumak istemiştir. Kendilerini haklı görenler bile başkasının fiili hakimiyetine belli bir çerçeve içinde saygı göstermeye mecburdurlar.

Zilyetlik davalarının en belirgin özelliği yukarıya alınan Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı’nda da açıklandığı gibi davada hakkın tartışma konusu olmaması ve davayı kazanma veya kaybetmenin mevcut olabilecek hak üzerinde herhangi bir etkisinin olmayışıdır. Bunun içinde bu tür davalarda mahkemenin zilyetliğin korunmasına ilişkin vereceği karar, sadece eski zilyetlik durumunun yeniden kurulmasını sağlamaktır. Bu karar, diğer tarafa mülkiyet iddiasıyla dava açma hakkına dokunmaz, üçüncü kişilerin o şey üzerinde hakları olmadığının kabulü şeklinde anlaşılamaz. Zilyet davaları sonunda verilen mahkeme kararları tamamen geçici bir etkiye sahip olup, mülkiyet sorunu çözümlenmediğinden mülkiyet yönünden kesin hüküm teşkil etmezler (Yargıtay HGK’nun 12.9.1982 gün 1979/8-589 Esas, 1982/482 Kararı).

Dava, zilyetliğin korunması amacıyla açıldığına ve esasen davada orman idaresi ve Hazine taraf bulunmadığına göre uyuşmazlığın zilyetlik hükümleri dairesinde çözümlenip sonuçlandırılması gerekir.

TMK’nun 973. maddesinde, zilyetlik, <...Bir şey üzerinde fiili hakimiyeti bulunan kimse onun zilyedidir...> şeklinde tanımlanmıştır. TMK’nun 982 ve 983. maddelerinde de; zilyetlik herhangi bir hakka bağlı olmaksızın dava yoluyla korunmuştur. Orman idaresi ve Hazine davada taraf durumunu almamış bulunduğuna göre, davacı zilyetliği haksız olsa bile malik dışında saldırıda bulunan kişilere karşı anılan maddelerdeki zilyetlik davalarını açabilir. Zilyetlik hukuken korunmuş eylemli bir durum olduğuna göre, zilyetliğin bir hakka dayanıp dayanmaması önemli olmadığı gibi açılmış olan davanın dinlenmesine engel değildir. Bu tür davalarda, taşınmaz üzerinde hangi tarafın üstün ve korunmaya değer zilyetliğinin bulunduğunun saptanması, uyuşmazlığın ona göre çözümlenmesi gerekmektedir.

Açıklanan tüm bu bilgiler ışığında görülmekte olan davadaki üstün zilyetlik hakkının belirlenmesine ilişkin delillerin irdelenmesine gelince; keşifte dinlenen tanık beyanları ve dosya arasına getirtilen belgelere göre dava konusu taşınmaz bölümü üzerinde davacının 1984-85 yıllarında ev yaparak oturduğu ve zilyedi olduğu, daha sonra borçları nedeniyle aleyhine icra takibinde bulunulduğu, buranın icra yolu ile ihale sonucu 02.04.2007 tarihinde M.’e satıldığı, yerin boş olarak icra yolu ile alıcıya teslim edildiği, alıcının da yer üzerindeki haklarını 24.12.2007 tarihli zilyetliğin devir sözleşmesi ile davalı M.’e satarak devrettiği, bu durumun 16.09.2008 tarihli Beykoz Belediyesi cevabında da belirtildiği, bu suretle dava konusu yer üzerindeki üstün zilyetliğin davalı M.’e geçtiği ve korunması gerektiği, davacının dava konusu yer üzerinde korunmayı gerektirecek bir zilyetliğinin bulunmadığı anlaşılmaktadır. İhale ile satış sonunda taşınmaz üzerindeki binanın zilyetlik hakkının kaybedildiği ancak binanın bulunduğu zemin üzerindeki zilyetlik hakkının devam ettiğini kabul etme imkanı bulunmamaktadır. Bu açıklamalar karşısında davalının üstün zilyetliğinin varlığının kabulüyle davanın reddine karar verilmesi gerekirken yanlışa düşülerek yazılı gerekçeyle davanın kabulüne karar verilmesi doğru olmamıştır.

Sonuç: Davalı vekilinin temyiz itirazları bu bakımdan yerinde görüldüğünden kabulüyle usul ve kanuna aykırı bulunan yerel mahkeme hükmünün HUMK’nun 428. maddesi uyarınca BOZULMASINA ve 15,60.-TL peşin harcın istek halinde temyiz eden davalıya iadesine 29.03.2011 tarihinde oybirliği ile karar verildi. (¤¤)