T.C.
YARGITAY
8.Hukuk
Dairesi
Esas: 2011/761
Karar:
2011/1772
Karar
Tarihi: 29.03.2011
ELATMANIN
ÖNLENMESİ DAVASI - BİNANIN ZİLYETLİK HAKKININ KAYBEDİLDİĞİ ANCAK BİNANIN
BULUNDUĞU ZEMİN ÜZERİNDEKİ ZİLYETLİK HAKKININ DEVAM ETTİĞİNİ KABUL ETME İMKANI
BULUNMADIĞI - DAVALININ ÜSTÜN ZİLYETLİĞİNİN VARLIĞININ KABULÜ GEREĞİ
ÖZET:
İhale ile satış sonunda taşınmaz üzerindeki binanın zilyetlik hakkının
kaybedildiği ancak binanın bulunduğu zemin üzerindeki zilyetlik hakkının devam
ettiğini kabul etme imkanı bulunmamaktadır. Bu açıklamalar karşısında davalının
üstün zilyetliğinin varlığının kabulüyle davanın reddine karar verilmesi
gerekirken yanlışa düşülerek yazılı gerekçeyle davanın kabulüne karar verilmesi
doğru olmamıştır.
(4721 S.
K. m. 973, 981, 982, 983) (YİBK. 09.10.1946 T. 1946/6 E. 1946/12 K.) (HGK.
12.09.1982 T. 1979/8-589 E. 1982/482 K.)
Dava ve
Karar: A. ile M. aralarındaki el atmanın önlenmesi davasının kabulüne dair
Beykoz Sulh Hukuk Mahkemesi’nden verilen 15.09.2009 gün ve 585/1004 sayılı hükmün
Yargıtay’ca incelenmesi, davalı vekili tarafından süresinde istenilmiş olmakla
dosya incelendi, gereği düşünüldü:
Davacı
A. vekili, vekil edeninin dava konusu 487 ada 1 parsel sayılı taşınmazın 400 m2
kısmının 1985 yılından beri zilyedi olduğunu, icra müdürlüğü tarafından
taşınmaz üzerindeki iki adet binanın haciz edilerek ihale ile M. tarafından
satın alınarak daha sonra davalıya satıldığını, davalının talebi üzerine vekil
edeni aleyhine men kararı verildiğini, tahliye için gelindiğinde zor durumda
kalan vekil edeninin tahliye edeceğine dair taahhüt imzaladığını, icra ile
satılanın zilyetlik değil taşınmaz üzerindeki binanın enkazı olduğunu ve
enkazın alıcıya teslimine itirazları olmadığını açıklayarak davalının vekil
edeninin zilyetliğine tecavüzünün önlenmesine karar verilmesini istemiştir.
Davalı
M. vekili, vekil edeninin taşınmazın zilyetliğini burayı icradan satın alan
M.’den aldığını ve aldıklarında boş olduğunu, davacının gelip oturması üzerine
kaymakamlıktan men ettirdiklerini, davacının halen rahatsızlık verdiğini,
taşınmazın Hazine adına orman sınırları dışına çıkartılmış olduğunu ve
zilyetlikle kazanılamayacağını, davanın tarafının Hazine olduğunu açıklayarak
davanın reddine karar verilmesini savunmuştur.
Mahkemece,
dava konusu binanın zilyetliğe konu taşınmaz üzerinde olup, yer üzerindeki
muhdesatın zilyetliği veya mülkiyetinin bir kişiye, zeminin ise başka bir
kişiye ait olmasının mümkün olmadığı, muhdesatın yerin tamamlayıcı parçası olup
yer sahibinin mülkiyetinde bulunduğu, icra yolu ile satılanın zilyetlik değil
enkaz olduğu gerekçesi ile davanın kabulüne, davacının 16.03.2009 tarihli
teknik bilirkişi krokisinde kırmızı ile gösterilen alanın zilyetliğine
davalının el atmak şeklindeki vaki tecavüzünün önlenmesine karar verilmesi
üzerine; hüküm, davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
487 ada
1 parsel tapuda 178.005 m2 miktarı ve orman vasfı ile Hazine adına kayıtlı olup
dava konusu edilen yer bu taşınmazın 400 m2 miktarlı ve üzerinde gecekondu
niteliğinde yapının olduğu bölümüdür. HUMK’nun 76. maddesi uyarınca, maddi
olayları ileri sürmek taraflara; hukuki nitelemeyi yapmak hakime aittir.
İddianın ileri sürülüş şekline göre temyize konu dava TMK’nun 981 vd.
maddelerine dayalı zilyetliğin korunması isteğine ilişkindir.
Yargıtay
İçtihadı Birleştirme Kurulu’nun 09.10.1946 tarih, 1946/6 Esas, 1946/12 Karar
sayılı kararında aynen <…MK. 896. (TMK. 983) madde uyarınca bir taşınmazda
zilyetliği tecavüze uğrayan kimsenin bu hakkının korunması için açacağı davada;
şeye malik olduğunu veya zilyetlik hakkını beyana lüzum olmadan sadece
zilyetlik sıfatını değiştirerek tecavüzü ispat etmesi yeter. Bu halde hakim,
yalnız davacının gerçek ise zilyetlik halini tespit ederek tecavüzün
önlenmesine karar verir. Bu karar zilyetlik konusunda kesin hüküm meydana
getirmez. Zilyede mülkiyet hakkı vermez ve diğer tarafa mülkiyet iddiasıyla
yetkili mercilerde başkaca dava açmak hakkına dokunmaz...> denilmektedir.
Davacı
yan, orman idaresinin taraf olmadığı eldeki bu davada herhangi bir hakka değil,
sadece mukaddem (önceki) zilyetliğe dayanmaktadır. O halde, bu davada öncelikle
çözüme kavuşturulması gereken husus, davacının somut olayda, davalıya karşı
üstün ve korunmaya değer zilyetliğinin bulunup bulunmadığıdır. Çözümlenmesi
gereken sorun bu olunca, zilyetlik kavramı, niteliği, hukuki fonksiyonları
üzerinde kısaca durulmasında yarar vardır. Zilyetlik eşya ile şahıs arasında
eylemli (fiili) bir bağ, yani ilişki olup ve buna bağlı olarak da fiili
hakimiyet altında bulundurmaktan doğan hukuki yetki ve vecibeleri de gösteren
ve düzenleyen hukuki bir müessesedir. Kanunda sözü edilen fiili hakimiyetin
meydana geliş şekli önemli değildir. Bunun bir gasp ve tecavüz sonucunda elde
edilmiş olması da mümkündür. Bu bakımdan hakka dayanmayan zilyetlik (hırsızın
zilyetliği) hukuk nizamınca korunmaktadır.
Ne var
ki; bu korumanın sosyal huzur ve sükunun korunması ve sağlanması için kabul
edilmiş olduğu gözden uzak tutulmamalıdır. Zira hukuk düzeninin yanında birde
barış düzeni vardır. Hukuk hareketi; barış ise, sükunu ifade eder. İşte
zilyetlik, bu barış düzeninin vücut verdiği bir müessesedir. Zilyetliğin hukuki
fonksiyonlarından birisi de, fiili durumun başkaları tarafından keyfi olarak
bozulmasını önlemektir. Hukuk düzeni böylece toplumun esenliğini korumak
istemiştir. Kendilerini haklı görenler bile başkasının fiili hakimiyetine belli
bir çerçeve içinde saygı göstermeye mecburdurlar.
Zilyetlik
davalarının en belirgin özelliği yukarıya alınan Yargıtay İçtihadı Birleştirme
Kararı’nda da açıklandığı gibi davada hakkın tartışma konusu olmaması ve davayı
kazanma veya kaybetmenin mevcut olabilecek hak üzerinde herhangi bir etkisinin
olmayışıdır. Bunun içinde bu tür davalarda mahkemenin zilyetliğin korunmasına
ilişkin vereceği karar, sadece eski zilyetlik durumunun yeniden kurulmasını
sağlamaktır. Bu karar, diğer tarafa mülkiyet iddiasıyla dava açma hakkına
dokunmaz, üçüncü kişilerin o şey üzerinde hakları olmadığının kabulü şeklinde
anlaşılamaz. Zilyet davaları sonunda verilen mahkeme kararları tamamen geçici
bir etkiye sahip olup, mülkiyet sorunu çözümlenmediğinden mülkiyet yönünden
kesin hüküm teşkil etmezler (Yargıtay HGK’nun 12.9.1982 gün 1979/8-589 Esas,
1982/482 Kararı).
Dava,
zilyetliğin korunması amacıyla açıldığına ve esasen davada orman idaresi ve
Hazine taraf bulunmadığına göre uyuşmazlığın zilyetlik hükümleri dairesinde
çözümlenip sonuçlandırılması gerekir.
TMK’nun
973. maddesinde, zilyetlik, <...Bir şey üzerinde fiili hakimiyeti bulunan
kimse onun zilyedidir...> şeklinde tanımlanmıştır. TMK’nun 982 ve 983.
maddelerinde de; zilyetlik herhangi bir hakka bağlı olmaksızın dava yoluyla
korunmuştur. Orman idaresi ve Hazine davada taraf durumunu almamış bulunduğuna
göre, davacı zilyetliği haksız olsa bile malik dışında saldırıda bulunan
kişilere karşı anılan maddelerdeki zilyetlik davalarını açabilir. Zilyetlik
hukuken korunmuş eylemli bir durum olduğuna göre, zilyetliğin bir hakka dayanıp
dayanmaması önemli olmadığı gibi açılmış olan davanın dinlenmesine engel
değildir. Bu tür davalarda, taşınmaz üzerinde hangi tarafın üstün ve korunmaya
değer zilyetliğinin bulunduğunun saptanması, uyuşmazlığın ona göre çözümlenmesi
gerekmektedir.
Açıklanan
tüm bu bilgiler ışığında görülmekte olan davadaki üstün zilyetlik hakkının
belirlenmesine ilişkin delillerin irdelenmesine gelince; keşifte dinlenen tanık
beyanları ve dosya arasına getirtilen belgelere göre dava konusu taşınmaz
bölümü üzerinde davacının 1984-85 yıllarında ev yaparak oturduğu ve zilyedi
olduğu, daha sonra borçları nedeniyle aleyhine icra takibinde bulunulduğu,
buranın icra yolu ile ihale sonucu 02.04.2007 tarihinde M.’e satıldığı, yerin
boş olarak icra yolu ile alıcıya teslim edildiği, alıcının da yer üzerindeki
haklarını 24.12.2007 tarihli zilyetliğin devir sözleşmesi ile davalı M.’e
satarak devrettiği, bu durumun 16.09.2008 tarihli Beykoz Belediyesi cevabında
da belirtildiği, bu suretle dava konusu yer üzerindeki üstün zilyetliğin davalı
M.’e geçtiği ve korunması gerektiği, davacının dava konusu yer üzerinde
korunmayı gerektirecek bir zilyetliğinin bulunmadığı anlaşılmaktadır. İhale ile
satış sonunda taşınmaz üzerindeki binanın zilyetlik hakkının kaybedildiği ancak
binanın bulunduğu zemin üzerindeki zilyetlik hakkının devam ettiğini kabul etme
imkanı bulunmamaktadır. Bu açıklamalar karşısında davalının üstün zilyetliğinin
varlığının kabulüyle davanın reddine karar verilmesi gerekirken yanlışa
düşülerek yazılı gerekçeyle davanın kabulüne karar verilmesi doğru olmamıştır.
Sonuç:
Davalı vekilinin temyiz itirazları bu bakımdan yerinde görüldüğünden kabulüyle
usul ve kanuna aykırı bulunan yerel mahkeme hükmünün HUMK’nun 428. maddesi
uyarınca BOZULMASINA ve 15,60.-TL peşin harcın istek halinde temyiz eden
davalıya iadesine 29.03.2011 tarihinde oybirliği ile karar verildi. (¤¤)