5 Aralık 2015 Cumartesi

6098 TBK. md. 39

T.C YARGITAY
15.Hukuk Dairesi
Esas: 2014 / 93
Karar: 2014 / 2987
Karar Tarihi: 30.04.2014

ÖZET: Davacı tarafından davalılara gönderilen ihtarnamede hata ve hile hukuksal nedenine dayanılarak ibraname ile bağlı kalınmadığı davalılara bildirilmiş, ihtarname bir yıllık hak düşürücü sürede "ibraname ile bağlı olmadığı" beyanını davalı tarafa ulaştırdığından hak düşürücü sürenin dolduğundan söz edilemez. Davacının bir yıllık süre içerisinde hiçbir şekle bağlı olmayan iptal beyanında bulunduğu açıktır. Hal böyle olunca uyuşmazlığın esası incelenerek hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekir.
(6098 S. K. m. 39) (818 S. K. m. 31)

Dava: Yukarıda tarih ve numarası yazılı hükmün duruşmalı olarak temyizen tetkiki davacı vekili tarafından istenmiş olmakla duruşma için tayin edilen günde davacı vekili Avukat Hakan Üncüoğlu ile davalılar vekili Avukat Şenay Karaşık geldi. Temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşıldıktan ve hazır bulunan taraflar avukatları dinlendikten sonra eksiklik nedeniyle mahalline iade edilen dosya ikmal edilerek gelmiş olmakla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği konuşulup düşünüldü:

Karar: Dava, 818 sayılı Borçlar Kanunu'nun 355 ve devamı maddelerinde düzenlenen eser sözleşmesinden kaynaklanan bakiye iş bedelinin tahsili istemine ilişkin olup, mahkemece davanın reddine karar verilmiş, karar davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Taraflar arasında düzenlenen 08.06.2007 tarihli asıl ve 20.08.2007 tarihli ek sözleşmeler uyuşmazlık konusu değildir. Davacı taşeron, davalılar yüklenicidir. Davalıların iş sahibi idareden ihale ile aldıkları "Büyük İstanbul İçme Suyu II. Merhale Projesi Melen Sistemi km 69+284 km 103+134 arası İkmal İnşaatı Hasarlı Kısımların Onarımı ve Yeşilçay Bağlantısı" işinde "plaplanş, hendek kazısı ile bu kazıların depo yerine nakli, yataklama, boru montajı ve kaynağı, gömleklemesi ve geri dolgusu" işini üstlenmiş, 20.08.2007 tarihinde davalılar ile "Göksu ve Ağva nehirleri, nehir geçişleri ve boru döşeme işleri" ile ilgili ek sözleşme imzalanmıştır.

Davacı vekili eldeki davada, davalılar tarafından ikrah ve müzayaka sonucu zora düşülerek davacı şirkete imzalattırılan 29.01.2008 tarihli hakediş raporu, aynı tarihli ibraname ve 13.03.2008 tarihli teslim tutanağının iptaline ve davacının bakiye iş bedeli alacağının tahsiline karar verilmesini istemiş, davalılar 29.01.2008 tarihli ibranamenin varlığını ileri sürerek davanın reddi gerektiğini savunmuşlardır. Mahkemece "dava tarihi itibariyle davacının tehdit, ikrah ve müzayaka ile ilgili iddiaları yönünden bir yıllık hak düşürücü sürenin dolduğu" gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

Davada "cebir, tehdit, ikrah ve müzayaka" hukuksal nedenine dayalı olarak 29.01.2008 tarihli ibraname, hakediş raporu ve 13.03.2008 tarihli teslim tutanağının iptali ve bakiye iş bedelinin tahsili istenmiştir. Hak düşürücü süreyi düzenleyen 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 39. (mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu'nun 31.) maddesi, "yanılma veya aldatma sebebiyle ya da korkutulma sonucunda sözleşme yapan taraf, yanılma veya aldatmayı öğrendiği ya da korkutmanın etkisinin ortadan kalktığı andan başlayarak bir yıl içinde sözleşme ile bağlı olmadığını bildirmez veya verdiği şeyi geri istemezse, sözleşmeyi onamış sayılır" hükmünü içermektedir. İptal beyanının şekle tabi olduğu konusunda kanunda açık bir hüküm bulunmadığından, hukuki niteliği itibariyle bozucu yenilik doğuran bu hakkın kullanılmasının dava açma gibi belli usulde ileri sürülmesi zorunlu değildir. Bir yıllık hak düşürücü süre içerisinde karşı tarafa yöneltilecek bir irade açıklaması, def'i yahut dava yoluyla da bu hak kullanılabilir.

Somut olayda, davacı tarafından davalılara gönderilen 26.01.2009 tarihli ihtarnamede, "hata ve hile sonucu ibranamenin imzalanıp muhatap ortaklığa verildiği" belirtilerek hata ve hile hukuksal nedenine dayanılarak ibraname ile bağlı kalınmadığı davalılara bildirilmiş, ihtarname 28.01.2009 tarihinde tebliğ edilmiştir. Bu durumda davacı 818 sayılı Borçlar Yasası'nın 31. maddesi hükmüne göre bir yıllık hak düşürücü sürede "ibraname ile bağlı olmadığı" beyanını davalı tarafa ulaştırdığından hak düşürücü sürenin dolduğundan söz edilemez. Davacının bir yıllık süre içerisinde hiçbir şekle bağlı olmayan iptal beyanında bulunduğu açıktır. Bu nedenle mahkemenin davanın bir yıllık sürede açılmadığı şeklindeki gerekçesi isabetsizdir.

Hal böyle olunca uyuşmazlığın esası incelenerek hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi yerine, yanılgılı değerlendirme ile davanın reddine karar verilmesi doğru olmamış, kararın bozulması gerekmiştir.

Sonuç: Yukarıda açıklanan nedenlerle kararın temyiz eden davacı yararına BOZULMASINA, 990,00 TL duruşma vekalet ücretinin davalılardan alınarak Yargıtay duruşmasında vekille temsil edilen davacıya verilmesine, ödediği temyiz peşin harcının istek halinde temyiz eden davacıya geri verilmesine, karara karşı tebliğ tarihinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme isteminde bulunulabileceğine 30.04.2014 gününde oybirliği ile, karar verildi. (¤¤)

TMK. md. 1023 ile İlgili Karar Aile Konutu ve İyiniyetin Korunması

T.C YARGITAY
2.Hukuk Dairesi
Esas: 2014 / 15358
Karar: 2014 / 25357
Karar Tarihi: 11.12.2014

ÖZET: Somut olayda, davalı bankanın ipoteğe ilişkin kazanımı iyi niyetli ise korunur. Toplanan delillerden davacı, davalı bankanın kötü niyetli olduğunu kanıtlayamamıştır. Bu durum nazara alınmadan, davanın reddi yerine kabulüne karar verilmesi doğru olmamıştır.(4721 S. K. m. 6, 1023)

Dava ve Karar: Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen, yukarıda tarihi ve numarası gösterilen hüküm davalı banka tarafından ipoteğin kaldırılması yönünden temyiz edilmekle, evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü:

Mahkemece, davacı kadının rızası alınmadan, davalı koca adına tapuda kayıtlı olan ve aile konutu niteliğindeki taşınmaza davalı banka tarafından ipotek konulduğu belirtilerek, davanın kabulü ile ipoteğin kaldırılmasına karar verilmiştir. Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür (TMK md. 6). İpotek tesisine ilişkin işlemden önce taşınmazın tapu kütüğünde "aile konutu" olduğuna ilişkin bir şerh bulunmamaktadır. Bu durumda, davalı bankanın ipoteğe ilişkin kazanımı iyi niyetli ise korunur (TMK md. 1023). Toplanan delillerden davacı, davalı bankanın kötü niyetli olduğunu kanıtlayamamıştır. Bu durum nazara alınmadan, davanın reddi yerine yazılı gerekçe ile kabulüne karar verilmesi doğru olmamıştır.

Sonuç: Temyiz edilen hükmün yukarıda gösterilen sebeple bozulmasına, temyiz peşin harcının istek halinde yatırana geri verilmesine, işbu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere oyçokluğuyla, karar verildi. 11.12.2014


KARŞI OY YAZISI

Malik olmayan eşin açık rızası alınmadan yapılan işlem kesin hükümsüzdür. (¤¤)

TMK.md. 1007 Devletin Sorumluluğu İle İlgili Karar

T.C YARGITAY
20.Hukuk Dairesi
Esas: 2015 / 1787
Karar: 2015 / 3662
Karar Tarihi: 05.05.2015

ÖZET: Dava, orman niteliğiyle iptaline karar verilen taşınmaz nedeniyle uğranılan zararın, 4721 sayılı TMK'nın 1007. maddesi uyarınca tazmini istemine ilişkindir. İncelenen dosya kapsamına, kararın dayandığı gerekçeye ve dava konusu taşınmazın arsa niteliğinde olduğu belirlenerek emsal araştırması suretiyle taşınmazın gerçek değerinin, 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2000/756 E. - 2005/204 K. sayılı kararının kesinleştiği 12.07.2006 tarihi itibariyle belirlendiğine göre, yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddi ile usul ve kanuna uygun olan hükmün onanmasına karar verilmiştir.(4721 S. K. m. 1007)

Dava ve Karar: Taraflar arasındaki tapu sicilinin tutulmasından kaynaklı tazminat davasının yapılan yargılaması sonunda kurulan 19.03.2014 günlü hükmün Yargıtay'ca duruşmalı olarak incelenmesi Hazine vekili tarafından istenilmekle, tayin olunan 10.02.2015 günü için yapılan tebligat üzerine, temyiz eden Hazine vekili ile diğer taraftan davacı vekili geldiler, başka gelen olmadı, açık duruşmaya başlandı. Süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçelerinin kabulüne karar verildikten sonra, gelenlerin sözlü açıklamaları dinlendi, duruşmanın bittiği bildirildi. İş karara bırakıldı. Daha sonra dosya içindeki tüm belgeler incelenip, gereği düşünüldü:

Davacı A. vekili, 23.11.2012 tarihli dava dilekçesi ile, G... Mahallesi 7903 ada 22 parsel sayılı taşınmazın vekil edeni adına 01.02.1993 tarafından satın alındığı, üzerinde orman olduğuna ilişkin şerh bulunmadığı halde, Asliye 2. Hukuk Mahkemesinin 2000/756 E. - 2005/204 K. sayılı kararı ile tapu kaydının iptali ile orman niteliğiyle tescile karar verildiği, hükmün 20. Hukuk Dairesinin 28.02.2006 gün ve 2005/12420-2464 sayılı kararı ile onanarak 12.07.2006 tarihinde kesinleştiğinden, fazlaya ilişkin haklarını saklı tutarak 50000.-TL tazminata, tapu iptali ve tescili kararının kesinleştiği 12.07.2006 tarihi itibariyle işleyecek yasal faizi ile birlikte hükmedilmesini istemiştir.

Mahkemece, davanın kabulüne karar verilmiş, hüküm davalı Hazine vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Dava, orman niteliğiyle iptaline karar verilen taşınmaz nedeniyle uğranılan zararın, 4721 sayılı TMK'nın 1007. maddesi uyarınca tazmini istemine ilişkindir.

İncelenen dosya kapsamına, kararın dayandığı gerekçeye ve dava konusu taşınmazın arsa niteliğinde olduğu belirlenerek emsal araştırması suretiyle taşınmazın gerçek değerinin, 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2000/756 E. - 2005/204 K. sayılı kararının kesinleştiği 12.07.2006 tarihi itibariyle belirlendiğine göre, yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddi ile usul ve kanuna uygun olan hükmün ONANMASINA, temyiz incelemesinin duruşmalı yapılması nedeniyle 1.100.-TL vekâlet ücretinin davalı Hâzineden alınarak davacıya verilmesine, taraflarca 6100 sayılı HMK'nın geçici 3. maddesi atfıyla HUMK'nın 388/4. (HMK m. 297/ç) ve HUMK'nın 440/1 maddeleri gereğince Yargıtay Daire ilamının tebliğinden itibaren ilama karşı 15 gün içinde karar düzeltme isteğinde bulunulabileceğine, Harçlar Kanununun değişik 13/j maddesi gereğince harç alınmasına yer olmadığına 05.05.2015 günü oybirliği ile, karar verildi. (¤¤)

Zorunlu ve Faydalı Masraflarla İlgili Karar TMK. md. 994

T.C YARGITAY
1.Hukuk Dairesi
Esas: 2014 / 38
Karar: 2014 / 4571
Karar Tarihi: 27.02.2014

ÖZET: Asıl dava; zorunlu ve faydalı masrafların tazmini, karşı dava ise; ecrimisil isteğine ilişkindir. Zorunlu ve faydalı masraflara ilişkin asıl davanın reddedilmesi, karşı davadaki ecrimisil isteği bakımından da adli yargının görevli olduğu gözetilerek işin esasına girilerek taraf delillerinin toplanması, toplanan ve toplanacak delillerin birlikte değerlendirilerek hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi için karar bozulmalıdır.(2886 S. K. m. 35/A) (4721 S. K. m. 683, 994)

Dava: Yanlar arasında görülen asıl dava zorunlu ve faydalı giderlerin tazmini, karşı ecimisil davası sonunda yerel mahkemece asıl davanın kısmen kabulüne, karşı davanın ise reddine ilişkin olarak verilen karar davacı ve karşı davacı tarafından yasal süresi içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü:

Karar: Asıl dava; zorunlu ve faydalı masrafların tazmini, karşı dava ise; ecrimisil isteğine ilişkindir.

Mahkemece; asıl davanın kısmen kabulüne, karşı davanın ise reddine karar verilmiş, hüküm taraflarca temyiz edilmiştir.

Dosya içeriğinden ve toplanan delillerden; mülkiyeti T.. B..ne ait 82. Evler Mahallesi, 348 (28) nolu, işyeri vasfındaki yapının, Belediye Encümeninin 28/09/1995 tarih, 4341 sayılı kararı ile zemin katının, 06/10/1995 tarih, 4618 sayılı Encümen kararı ile de üst katının kullanımının aylık işgaliye bedeli ödenmesi karşılığında davacıya bırakıldığı, 1995 tarihinden itibaren " 348 nolu, zemin kat ve üst kattan ibaret yapının" davalının kullanımında olduğu, 31/08/2009 tarihinde Belediye tarafından keşide edilen ihtarnamede 4.300,00 TL. işgaliye borcu bulunduğu ve tebliğden itibaren 15 günlük süre içerisinde işgaliye bedelinin ödenmesi gerektiği aksi halde tahliye ve ecrimisil istemli dava açılacağının bildirildiği, daha sonra 19/11/2009 tarihinde ise çekişmeli yerin 2886 sayılı Devlet İhale Kanunu'nun 35/A maddesi uyarınca ihale ile kiralanması gerektiği, 04/12/2009 tarihinde yapılacak ihaleye katılınmaması halinde fuzuli şagil durumuna düşeceğinin bildirildiği, 23/12/2009 tarihli ihtarda taşınmazın tahliyesinin, 12/03/2010 tarihli ihtarda da ecrimisil istendiği görülmektedir.

Asıl davada davacı; işgaliye bedeli ödemek suretiyle kullandığı işyerine zorunlu ve faydalı masraflar yaptığını ileri sürerek eldeki davayı açmıştır.

Hemen belirtmek gerekir ki; Türk Medeni Kanunu'nun 994. maddesinde "iyiniyetli zilyet, geri vermeyi isteyen kimseden şey için yapmış olduğu zorunlu ve yararlı giderleri tazmin etmesini isteyebilir ve bu tazminat ödeninceye kadar şeyi vermekten kaçınabilir. " hükmüne yer verilmiştir.

Açıklanan yasal düzenleme çerçevesinde somut olaydaki olgular değerlendirildiğinde; davacının 1995 tarihinden itibaren işgaliye bedeli ödeyerek taşınmazı kullandığı tarafların kabulündedir. Davalı Belediye, 19/11/2009 tarihli ihtarında ihaleye katılması için davacı- karşı davalıya ihtarname gönderdiği, 23/12/2009 tarihinde de ihaleyi katılmadığı için fuzuli şagil olduğunu bildirdiği, devamında da eldeki karşı davada ecrimisil isteğinde bulunduğu, mahkemece yapılan keşif sonucu alınan 08/11/2010 havale tarihli inşaat mühendisi bilirkişi raporunda; davaya konu yerin buğday pazarında yer aldığı, davacı tarafından hayvan yemi satış dükkanı olarak kullanıldığı, iki katlı yapının zemin katının yazıhane olarak kullanıldığı, birinci katta ise boş bir oda, WC, olduğu, demir profil merdiven ile birinci kata çıkıldığı, davacı tarafından birinci kata WC, demir profil korkuluk, demir profil çatılı- çinko kaplı gölgelik sundurma, pis su foseptik çukuru, sanayi tipi, elektrik kablosu döşemesi ve dükkanın etrafının biriket avlu ile çevrildiğini saptadığı, bu eklentiler için Belediyeden izin ve ruhsat alınması gerektiği, davacı tarafından T.. B..nde izin ve ruhsat alınmadan eklentilerin yapıldığı, buğday pazarı içerisinde ortak kullanıma ayrılmış WC olduğu saptanmıştır.

Davacı tarafından yapılan ve zorunlu- faydalı masraf kavramı içerisinde değerlendirilmesi istenilen eklentilerin Türk Medeni Kanunu'nun 994. maddesi çerçevesinde değerlendirildiğinde; davaya konu işyerinin buğday pazarı içinde yer aldığı, buğday pazarı içerisinde ortak tuvaletin bulunduğu, diğer eklentilerin ise izne ve ruhsata tabi olduğu saptandığına göre davacı tarafça yapılanların mülkiyet sahibi bakımından zorunlu ve faydalı masraf kabul edilemeyeceği, başka bir ifadeyle TMK'nın 994. maddesi kapsamında değerlendirilemeyeceği açıktır.

Karşı dava bakımından temyiz itirazlarına gelince;

Karşı davada, davacı Belediye Türk Medeni Kanunu'nun 683. ve devamı maddelerinden kaynaklı mülkiyet hakkına dayalı olarak ecrimisil istemektedir. Davalı ise mülkiyeti Belediyeye ait 2886 sayılı Devlet İhale Kanunu'nun 35/A maddesi uyarınca ihale yoluyla kiralaması gerektiği taşınmazda, Belediye Encümen kararına dayalı olarak taşınmazı kullanan haksız işgalci konumundadır. Bu durumda taraflar arasındaki ecrimisilden kaynaklı uyuşmazlığın Adli Yargıda çözümlenmesi gerektiği kuşkusuzdur.

Hal böyle olunca; yukarıda açıklanan nedenlerden ötürü zorunlu ve faydalı masraflara ilişkin asıl davanın reddedilmesi, karşı davadaki ecrimisil isteği bakımından da adli yargının görevli olduğu gözetilerek işin esasına girilerek taraf delillerinin toplanması, toplanan ve toplanacak delillerin birlikte değerlendirilerek hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi için karar bozulmalıdır.

Sonuç: Tarafların bu yönlere değinen temyiz itirazları yerindedir. Kabulü ile hükmün açıklanan nedenlerden ötürü (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK'nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 27.02.2014 tarihinde oybirliği ile, karar verildi. (¤¤)

EŞYA HUKUKU İLE İLGİLİ YHGK KARARI

T.C YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
Esas: 2012 / 20-1819
Karar: 2013 / 139
Karar Tarihi: 23.01.2013
ÖZET: Dava, kadastro tespitine itiraza ilişkindir. Somut olayda, Orman İdaresinin davasının yalnızca mülkiyet iddiasına dayalı olması halinde; mülkiyete yönelik davaya bakmaya Kadastro Mahkemesi'nin görevli olmaması ve davanın genel mahkemede görülmesi gerektiğinden, dava dilekçesinin görevsizlik nedeniyle reddine; Yerel Mahkeme kararında olduğu gibi tutanakların da tapu kütüğüne aynen aktarılmasına karar verilmelidir. Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.(3402 S. K. m. 2, 4, 11, 13, 14, 17, 19, 20, 21, 22, 25, 27) (2924 S. K. m. 11, 12) (6831 S. K. m. 2)

Dava ve Karar: Taraflar arasındaki <tespite itiraz> davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Antalya Kadastro Mahkemesince davanın reddine dair verilen 24.03.2011 gün ve 2010/382 E., 2011/475 K. sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 20.Hukuk Dairesi'nin 09.02.2012 gün ve 2012/959 E., 2012/1643 K. sayılı ilamı ile;

(...Tapuda davalı adına kayıtlı olan eski D. köyü 923 sayılı 866 m2 yüzölçümündeki parsel, 5304 sayılı Yasanın 6. maddesi ile değişik 3402 sayılı Yasanın 22. maddesinin ikinci fıkrasının (a) bendi hükmüne göre yapılan kadastro haritalarının yeniden düzenlenmesi ve tapu sicilinde gerekli düzeltmelerin yapılması işleminde, 27888 ada 40 parsel sayısı, 772,18 m2 yüzölçümü ve yeni haritası ile malik hanesi <Tapu kütüğünde olduğu gibi> şeklinde tespit edilmiş, 3402 sayılı Yasanın 11. maddesine göre 09.06.2010 ila 07.07.2010 tarihleri arasında ilan edildiği tutanak arkasına yazılmıştır. Orman Yönetimi, 07.07.2010 tarihinde, parselin yörede 3116 sayılı Yasa hükümlerine göre 1946 yılında yapılıp kesinleşen orman tahdidinde kısmen tahdit sınırları içinde bırakıldığını belirterek, bu bölümün tespitinin iptali ve orman niteliğiyle Hazine adına tapuya tescili istemiyle dava açmıştır. Mahkemece, çekişmeli parselin 2/B madde uygulamasıyla Hazine adına orman sınırları dışına çıkarılan yer niteliğiyle tapuda Hazine adına kayıtlıyken, O. Baş Mühendisliği tarafından 2924 sayılı Yasanın 11 ve 12. maddeleri gereğince, davalılara satılıp, Hazinenin temliki ile tapuya kaydedildiği, tekrar orman sınırları içinde kaldığı savıyla açılan davanın hukuki değer taşımayacağı, çekişmeli parselin yenileme kadastrosunun yapıldığı, bu çalışmanın teknik çalışmalar ile sınırlı olduğu, yenileme kadastrosu nedeniyle tapu siciline geçmiş ya da geçmemiş mülkiyete ilişkin hakların inceleme konusu yapılamayacağı, yenilemede ilk kadastroda belirlenen sınırlara uyulacağı gerekçesiyle davanın REDDİNE, dava konusu Duacı köyü 27888 ada 40 sayılı parselin 772,18 m2 olarak tapu kütüğüne aktarılmasına, sınırların ve yüzölçümünün düzeltilmesine karar verilmiş, hüküm Orman Yönetimi tarafından temyiz edilmiştir.

Dava dilekçesindeki açıklamaya göre dava, 3402 sayılı Yasanın 22/a maddesi gereğince yapılan, kadastro haritalarının yeniden düzenlenmesi ve tapu sicilinde gerekli düzeltmelerin yapılması işlemine itiraza ilişkindir.

Mahkemece, 3402 sayılı Yasanın 22. maddesinin ikinci fıkrasının (a) bendine göre, ancak teknik çalışmalar yapılabileceği, yenileme kadastrosu nedeniyle tapu siciline geçmiş ya da geçmemiş mülkiyete ilişkin hakların inceleme konusu yapılamayacağı gibi davalının tapusunun Hazinenin satışı ile oluştuğu gerekçeleriyle, keşif ve inceleme yapılmadan davanın reddine karar verilmişse de;

5304 sayılı Yasanın 6. maddesi ile değişik 3402 sayılı Kanunun 22. maddesinin ikinci fıkrasının (a) bendi gereğince <Tapulama, kadastro veya değişiklik işlemlerine ilişkin; sınırlandırma, ölçü, çizim ve hesaplamalardan kaynaklanan hataları gidermek üzere uygulama niteliğini kaybeden, teknik nedenlerle yetersiz kalan, eksikliği görülen veya zemindeki sınırları gerçeğe uygun göstermediği tespit edilen kadastro haritalarının tekrar düzenlenmesi ve tapu sicilinde gerekli düzeltmelerin sağlanması amacıyla tapulama ve kadastro görmüş yerlerde, birinci fıkra hükmü uygulanmaz.> Aynı maddenin üçüncü fıkrası uyarınca da, <İkinci fıkranın (a) bendinin uygulanacağı alanlar Tapu ve Kadastro Genel Müdürünün onayı ile belirlenir ve çalışmalara başlanmadan en az onbeş gün önce çalışma alanında, bölge merkezinde ve bölgenin bağlı olduğu il merkezinde alışılmış vasıtalarla duyurulur, ayrıca varsa yerel gazete ile ilân edilir. Yapılacak çalışmalarda 2, 4, 14, 17, 19 ve 21 inci maddeler ile 13 üncü maddenin (B) ve 20 nci maddenin (B), (C) ve (D) bentleri hükümleri uygulanmaz.>.

Kadastro Mahkemesinin genel olarak görevi, 3402 sayılı Yasanın 25. maddesinde, zaman bakımından görev ve yetkisi ise aynı Yasanın 27. maddesinde düzenlenmiştir. 3402 sayılı Yasanın 22/2-a gereğince yapılan tesbitte taşınmazın mülkiyeti, çapı ve yüzölçümü tartışma konusu edilemez, bu işlemde uygulama kabiliyeti bulunmayan ve harita tekniğine uymayan haritalar yerine, ülke koordinat sistemine uygun sayısal haritaları düzenlenerek, bu tesbitin kesinleşmesi halinde tapu malikleri adına tapuya tescil edilir.

Mahkeme gerekçesinde de kabul edildiği gibi, yetersiz kadastro paftalarının yenilenmesi, yüzölçümlerinin ve teknik hataların düzeltilmesi işleminin yasa ve yönetmelik hükümlerine uygun yapılmadığı savıyla açılan davada kadastro mahkemesi görevli olup, taşınmazın mülkiyetine ve niteliğine ilişkin davalarda kadastro mahkemesi görevli değildir. Somut olayda, Orman Yönetimi çekişmeli taşınmazın yenilemeden önceki haliyle kısmen yörede 3116 sayılı Yasa hükümlerine göre yapılan orman tahdidi içinde kaldığı, bu bölümün tesbitinin iptalini ve orman niteliğiyle Hazine adına tescilini istediğine ve dava dilekçesi aynı zamanda mülkiyete ilişkin bir istem içerdiğine göre, mülkiyete ve tasarrufa ilişkin bu davada genel mahkeme görevlidir. Ancak, dava aynı zamanda 3402 sayılı Yasanın 22/2 - a maddesi ve ilgili yönetmelik hükümlerine göre yapılan teknik çalışmaya itiraz niteliği taşıdığından, çalışmanın yasa ve yönetmelik hükümlerine uygun yapılıp yapılmadığı yöntemince araştırılmalı ve bu yönde olumlu ya da olumsuz bir karar verilmelidir.

Bu nedenle; mahkemece, çekişmeli parselin yenilemeden önceki tutanak ve haritaları ile yenilemeden sonraki çapı, haritası ve tutanağı getirtilerek, harita ve jeodezi uzmanı bilirkişi vasıtasıyla keşif ve inceleme yapılarak, yapılan çalışmanın 3402 sayılı Yasanın 22/2-a maddesiyle, 26.11.2006 gün ve 26361 sayılı Resmi Gazete' de yayımlanan Kadastro Haritalarının Yeniden Düzenlenmesi ve Tapu sicilinde Düzeltmelerin Yapılmasında Uyulacak Usul ve Esaslara İlişkin Yönetmelik hükümlerine uygun çalışma yapılıp yapılmadığı saptanmalı, bu konuda bilirkişiden bilimsel verileri içeren rapor alınmalı, yapılan çalışmaların yasa ve yönetmelik hükümlerine aykırı olduğu belirlenirse, bu aykırılıkları giderecek hüküm kurulmalı, çalışmanın yasa ve yönetmelik hükümlerine uygun yapıldığı saptanırsa, Orman Yönetiminin bu yöne temas eden davasının reddine karar verilmeli; dava dilekçesinde aynı zamanda taşınmazın bir bölümünün kesinlemiş orman kadastrosu sınırları içinde kalan devlet ormanı olduğu iddia edildiğinden, bu davada kadastro mahkemesinin görevli olmadığı gözetilerek, tasarrufa ilişkin bu dava yönünden görevsizliğe karar verilmelidir.

Açıklanan hususlar gözetilmeksizin eksik araştırma ve incelemeyle hüküm kurulması usul ve yasaya aykırıdır ... )

gerekçesi ile hükmün bozulmasına karar verilerek dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Dava, kadastro tespitine itiraza ilişkindir.

Davacı Orman İdaresi vekili, A. ili K. ilçesi D. Köyü sınırları içerisinde 3402 Sayılı Kadastro Kanunu'nun 22/2-a maddesi uyarınca yapılan arazi kadastro çalışmalarının tamamlanıp 09/06/2010 tarihinde askı suretiyle ilan edildiğini, D. Köyü'nde ilk orman tahdidinin 3116 Sayılı Kanun'a göre 1946 yılında yapıldığını ve ilan edilerek kesinleştiğini, 6831 Sayılı Kanun'a göre Orman Kadastrosu ve 1744 sayılı yasa ile değişik 2.madde uygulaması ve aplikasyon işlemlerinin 7 nolu Orman Kadastro Komisyonuna bağlı 3 nolu ekip tarafından yapıldığını, çalışmalar sırasında davalıya ait taşınmazın kesinleşmiş orman tahdit sınırları içerisine kaldığını, yapılan tespitin usul ve yasaya aykırı olduğunu belirterek yapılan tespitin iptali ile taşınmazın kesinleşmiş orman tahdit sınırları içerisinde kalan kısmının orman vasfı ile hazine adına tapuya kayıt ve tesciline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı, davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece, çekişmeli taşınmazın 6831 Sayılı Orman Kanununun 2/B maddesi ile orman sınırları dışına çıkarılıp Hazine tarafından davalı yana satıldığı, taşınmazın orman sınırları dışında olduğu, Orman İdaresi tarafından taşınmazların orman olarak Hazine adına tescilinin istenilmesinin haksız olduğu; çekişmeli taşınmazda yapılan 3402 sayılı yasanın 22/2-a maddesi uyarınca yapılan yenileme kadastrosunun ilk kadastroya ek bir işlem olup, ikinci bir kadastro niteliğinde olmadığı, yenileme kadastrosunun teknik çalışmalarla sınırlı olduğu, mülkiyete ilişkin hakların inceleme konusu yapılamayacağı, taşınmazların fiili kullanım sonucu ortaya çıkan yeni oluşumun yeni bir mülkiyet değişikliği niteliğinde olmadığından yenileme paftalarının nazara alınmadığı, bu nedenle keşif yapılmadığı gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiştir.

Davacı Orman İdaresi vekilinin temyizi üzerine karar başlık bölümüne metni aynen alınan gerekçe ile bozulmuş; Mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Direnme kararını temyize davacı Orman İdaresi vekili getirmiştir.

Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; dava dilekçesinin içerik ve kapsamından, 3402 sayılı Kanun'un 22/2-a maddesi gereğince yapılan kadastro haritalarının yeniden düzenlenmesi ve tapu sicilinde gerekli düzeltmelerin yapılması işlemine itiraza yönelik dava ile birlikte mülkiyet iddiasına yönelik davanın bulunup bulunmadığı, burada varılacak sonuca göre;

1- 3402 sayılı Kanun'un 22/2-a maddesi gereğince yapılan kadastro haritalarının yeniden düzenlenmesi ve tapu sicilinde gerekli düzeltmelerin yapılması işlemine itiraza ilişkin davada mahkemece eksik inceleme ve araştırma yapılıp yapılmadığı,

2- Mülkiyet iddiasına yönelik dava yönünden mahkemece görevsizlik kararı verilmesinin gerekip gerekmediği noktalarında toplanmaktadır.

Yerel Mahkemece davanın, 3402 Sayılı Kadastro Kanununun 22/2-a maddesine dayalı kadastro tespitine itiraza ilişkin olduğu benimsenmiş; Özel Daire bozma ilamında ise, davanın hem 3402 Sayılı Kadastro Kanununun 22/2-a maddesine dayalı kadastro tespitine itiraza ilişkin olduğu, hem de davacı orman idaresinin, taşınmazların orman olarak Hazine adına tescilini istediğinden, mülkiyet iddiasına da dayanıldığı belirtilmiştir.

Davacı Orman İdaresi tarafından açılan eldeki davanın, 3402 sayılı yasanın 22/2-a maddesi uyarınca düzenlenen uygulama tutanaklarının askı ilan süresi içerisinde açıldığı ve tutanakların kesinleşmediği görülmektedir.

Ne var ki, dava dilekçesi incelendiğinde, davacı İdarenin davasının yenileme kadastrosuna itiraza mı, yoksa mülkiyet iddiasına mı yönelik olduğu ya da her iki istemi de içerip içermediği açıkça anlaşılamamaktadır.

Bilindiği üzere, 3402 sayılı yasanın 22/2-a maddesine dayalı olarak yetersiz kadastro paftalarının yenilenmesi, yüzölçümlerinin ve teknik hataların düzeltilmesi işleminin yasa ve yönetmelik hükümlerine uygun yapılmadığı savıyla açılan davalarda Kadastro Mahkemesi görevli olmasına rağmen, taşınmazın mülkiyetine yönelik davalarda genel mahkemeler görevli olup, Kadastro Mahkemesi görevli değildir.

Hukuk Genel Kurulu görüşmeleri sırasında bir kısım üyeler tarafından, kadastro işlemine karşı askı süresi içerisinde açılan her davanın kadastro tespitine itiraz niteliğinde olmayacağı, dava dilekçesinin içeriğinden davacı İdarenin çekişmeye konu taşınmazların orman olarak Hazine adına tescilini istediğinden açılan davanın mülkiyete yönelik olduğu, bu nedenle Kadastro Mahkemesinin görevli olmadığı, davaya genel mahkemede bakılması gerektiğinden görevsizlik kararı verilmesi gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de, bu görüş azınlıkta kalmıştır.

Dava dilekçesi içeriğinden istemin hangi konuya ilişkin olduğu açıkça anlaşılamadığından, Yerel Mahkemece öncelikle davacı Orman İdaresi vekilinden, davasının sadece 3402 sayılı yasanın 22/2-a maddesi uyarınca tespite itiraz mı; yoksa sadece mülkiyete ilişkin mi olduğu veya her iki istemi de birlikte içerip içermediği hususu açıklattırılmalıdır.

Bunun sonucu olarak şu üç ihtimal karşımıza çıkacaktır:

1- Dava, sadece 3402 sayılı yasanın 22/2-a maddesi uyarınca yapılan yenileme işlemine itiraza ilişkin ise, Özel Daire bozma ilamında değinildiği gibi, yapılan araştırma hüküm kurmaya yeterli değildir. Yerel Mahkemece, çekişmeli parselin yenilemeden önceki tutanak ve haritaları ile yenilemeden sonraki çapı, haritası ve tutanağı getirtilerek, harita ve jeodezi uzmanı bilirkişi vasıtasıyla keşif ve inceleme yapılarak, yapılan çalışmanın 3402 sayılı Yasanın 22/2-a maddesiyle, 26.11.2006 gün ve 26361 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan Kadastro Haritalarının Yeniden Düzenlenmesi ve Tapu Sicilinde Düzeltmelerin Yapılmasında Uyulacak Usul ve Esaslara İlişkin Yönetmelik hükümlerine uygun yapılıp yapılmadığı saptanmalı, bu konuda bilirkişiden bilimsel verileri içeren rapor alınmalı, yapılan çalışmaların yasa ve yönetmelik hükümlerine aykırı olduğu belirlenirse, bu aykırılıkları giderecek şekilde hüküm kurulmalı, çalışmanın yasa ve yönetmelik hükümlerine uygun yapıldığı saptanırsa, Orman Yönetiminin bu yöne temas eden davasının reddine karar verilmelidir.

2- Orman İdaresinin davasının yalnızca mülkiyet iddiasına dayalı olması halinde; 3402 sayılı Kanununun Kadastro Mahkemesi'nin genel olarak görevini düzenleyen 25. maddesi; zaman bakımından görev ve yetkisini düzenleyen 27.maddesi uyarınca, mülkiyete yönelik davaya bakmaya Kadastro Mahkemesi'nin görevli olmaması ve davanın genel mahkemede görülmesi gerektiğinden, dava dilekçesinin görevsizlik nedeniyle reddine; Yerel Mahkeme kararında olduğu gibi tutanakların da tapu kütüğüne aynen aktarılmasına karar verilmelidir.

3- Davanın hem mülkiyet iddiasına, hem de 3402 sayılı yasanın 22/2-a maddesi uyarınca yapılan yenileme kadastrosu tespitine itiraza ilişkin olması halinde ise; yenileme işlemine itiraz istemi yönünden, bozma ilamında ve yukarıda 1 nolu bentte değinilen araştırmalar yapılarak, anılan bentte belirtilen şekilde karar verilmesi; mülkiyet iddiası yönünden ise 2 nolu bentte değinilen şekilde karar verilmesi gerekir.

Açıklanan nedenlerle, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına bozma ilamındaki ve yukarda ilave edilen gerekçelerle uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.


Sonuç: Davacı İdare vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen ve yukarda eklenen nedenlerden dolayı 6217 sayılı Kanun'un 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununa eklenen <Geçici madde 3> atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 429. Maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, aynı Kanun'un 440. maddesi uyarınca hükmün tebliğinden itibaren 15 gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 23.01.2013 gününde oyçokluğu ile karar verildi. (¤¤)

16 Nisan 2015 Perşembe

T.C. YARGITAY
3.Hukuk Dairesi

Esas:  2013/17141
Karar: 2014/2473
Karar Tarihi: 19.02.2014

ALACAK DAVASI - TARAFLAR ARASINDA GEÇERSİZDE OLSA ÖN PROTOKOL BAŞLIKLI GAYRİMENKUL SATIŞ SÖZLEŞMESİ DÜZENLENDİĞİ HUSUSUNDA UYUŞMAZLIK OLMADIĞI - DAVA TARİHİNE KADAR GEÇEN SÜREDE ZAMANAŞIMININ SÜRESİNİN DOLMADIĞI - BOZMA

ÖZET: Somut olayda; taraflar arasında geçersizde olsa, 20/07/2001 tarihinde Ön Protokol Başlıklı Gayrimenkul Satış Sözleşmesi düzenlendiği hususunda uyuşmazlık yoktur. Dava konusu ihtilafta uygulanacak zamanaşımı süresi, taraflar arasında sözleşme ilişkisi bulunması nedeniyle kanun maddesi gereğince 10 yıl olup, dava tarihine kadar geçen sürede, zamanaşımı süresi dolmamıştır. Bu nedenle davanın esasına girilip, taraf delilleri toplanarak sonucuna göre karar verilmesi gerekirken, mahkemece zamanaşımı nedeniyle davanın reddine karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir.

(818 S. K. m. 61, 66, 125) (6098 S. K. m. 77, 82, 146)

Dava ve Karar: Taraflar arasında görülen alacak davasının yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen hüküm davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Temyiz isteminin süresi içinde olduğu anlaşıldıktan sonra dosyadaki bütün kağıtlar okunup gereği düşünüldü:

Davacı vekili dilekçesinde; taraflar arasında 20/07/2001 tarihinde Konaktepe Otelinin satışı konusunda ön protokol imzalandığını, sözleşme kapsamında davalıya 75.000 DM ödendiğini, daha sonra satıştan tarafların vazgeçtiğini, ancak satış bedelinin istenmesine rağmen davalı tarafından ödenmediğini belirterek, 75.000 DM'nin TL karşılığı olan 85.800,00 TL'nin dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı; süresinde verdiği dilekçesi ile zamanaşımı def'ini ileri sürmüş, esastan da davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece;  B.K.'nun 66.maddesine göre zamanaşımı süresinin 1-10 yıl olduğu, sözleşmenin 20/07/2001 tarihinde yapıldığı, davacının zararı Alanya 3. İcra Müdürlüğünün 2004/446 sayılı dosyasından da anlaşıldığı üzere 15/11/2001 tarihinde öğrendiği, bu tarihten dava tarihine kadar 9 yıla yakın bir süre geçtiği, B.K.'nun 66.maddesindeki 1 yıllık zamanaşımı süresinin dolduğunun anlaşıldığı gerekçesi ile zamanaşımı nedeniyle davanın reddine karar verilmiş, hüküm davacı vekili tarafından süresinde temyiz edilmiştir.

Davada, harici sözleşme ile ödenen bedelin sebepsiz zenginleşme kurallarına göre tahsili talep edilmektedir.

6098 sayılı TBK'nun 77-82(818 sayılı BK'nun 61-66) maddelerine göre sebepsiz zenginleşme, haklı bir sebep olmaksızın başkasının mal varlığından veya emeğinden yararlanma olarak açıklanmıştır. Bu yararlanma miktarının iadesine yönelik talep hakkı ise kaynağını haksız değer kaymalarının önlenmesi amacından alır. Sebepsiz zenginleşme kurumunun adaleti sağlama işlevi yanında en önemli işlevlerinden biri de tam bir eski hale getirme yükümlülüğü taşımasıdır.

Somut olayda; taraflar arasında geçersizde olsa, 20/07/2001 tarihinde Ön Protokol Başlıklı Gayrimenkul Satış Sözleşmesi düzenlendiği hususunda uyuşmazlık yoktur. Dava konusu ihtilafta uygulanacak zamanaşımı süresi, taraflar arasında sözleşme ilişkisi bulunması nedeniyle B.K. 125. (yeni TBK 146.) maddesi gereğince 10 yıl olup, dava tarihine kadar geçen sürede, zamanaşımı süresi dolmamıştır. Bu nedenle davanın esasına girilip, taraf delilleri toplanarak sonucuna göre karar verilmesi gerekirken, mahkemece zamanaşımı nedeniyle davanın reddine karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir.

Bu itibarla yukarıda açıklanan esaslar göz önünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsiz, temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde olduğundan kabulü ile hükmün HUMK.nun 428.maddesi gereğince bozulmasına ve peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine,  19.02.2014 tarihinde oybirliği ile, karar verildi. (¤¤)

T.C. YARGITAY
13.Hukuk Dairesi

Esas:  2013/29017
Karar: 2014/30788
Karar Tarihi: 10.10.2014

ALACAK DAVASI - SEBEPSİZ ZENGİNLEŞME HUKUKSAL NEDENİ - DÖVİZDEKİ KUR FARKINDAN HAKSIZ KAZANÇ SAĞLANDIĞI İDDİASI - FAKİRLEŞME İLE ZENGİNLEŞMENİN KARŞILAŞTIRILDIĞI RAPOR ALINMASI - ZENGİNLEŞMENİN KAPSAMININ TAYİNİ - HÜKMÜN BOZULDUĞU

ÖZET: Dava sebepsiz zenginleşme hukuksal nedenine dayalı alacak istemine ilişkindir. Davalıların zenginleşmesine neden olan sebebin geçerliliği kesinleşen mahkeme kararıyla ortadan kalktığına göre zenginleşmenin kapsamının tayini gerekir. Bilirkişiler zenginleşmenin gerçekleştiğini beyan etmişlerse de davalıların malvarlığında oluşan çoğalma ile azalmanın karşılaştırmasını yapmamışlardır. Zenginleşme bir başka şahsın malvarlığındaki fakirleşmenin karşılığı olarak ortaya çıkmışsa o zaman iade borcundan bahsedilir. Böylece kazanç ve farkın oluşturacağı sonuç, zenginleşmeyi ortaya koyacaktır. O halde fakirleşme ile zenginleşmenin karşılaştırıldığı bir rapor alınmalıdır. Bunun için dosyanın aynı bilirkişilere tevdi ile 2003-2005 yılları arasında davalı hesap sahiplerinin bankada bulunan paralarını ne şekilde değerlendirdiği saptanmalı, vadeli vadesiz faiz, fon, tahvil vb gibi yatırım enstrümanı kullanılıp kullanılmadığı da araştırılarak o dönem itibariyle gerçekleşen yıllık enflasyon artış oranı, davacı bankanın mevduat ve devlet tahvillerine uyguladığı faiz oranları, TL karşısında kullanılan döviz kurları tespit edilip, davalıların bankadaki döviz alımına esas olan hesaplarının ağırlıklı kullanılan yatırım araçlarıyla değeri bulunduktan sonra malvarlığının ulaşacağı değer ile zenginleşmenin gerçekleştiği işlemlerin yapıldığı tarihler arasındaki ulaştığı değer arasındaki fark hesaplattırılmalı, zenginleşmenin kapsamı bu şekilde belirlenerek iade borcu ortaya çıkarılmalıdır.

(818 S. K. m. 61) (6098 S. K. m. 77)

Dava: Taraflar arasındaki alacak davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın reddine yönelik olarak verilen hükmün taraflar avukatınca duruşmalı olarak temyiz edilmesi üzerine ilgililere çağrı kağıdı gönderilmişti. Belli günde davacı Ş... vekili ile davalılar F. ve diğerleri vekilinin gelmeleriyle duruşmaya başlanılmış ve hazır bulunan avukatların sözlü açıklamaları dinlenildikten sonra karar için başka güne bırakılmıştı. Bu kez temyiz dilekçesinin süresinde olduğu saptanarak dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü.

Karar: Davacı, dava dışı çalışanı E. N.'in bankalarının P... şubesinde yönetmen yardımcısı sıfatı ile görev aldığı dönemde müşterileri adına "Ş..." sisteminden döviz alım satımı yaparken şube ekranından birden fazla sayıda açarak işlem yapacağı döviz cinsini seçtiğini ve açtığı bu ekranlarda döviz kurunu sabitlediğini, gün içinde oluşan kur değişimine göre müşteri lehine kur avantajı yakaladığında daha önceden sabitlediği kurdan efektif alım satım işlemlerini gerçekleştirip onayladığını böylelikle 2003 ve 2005 yılları arasında banka çalışanının yaptığı usulsüz işlemler nedeniyle bankanın mal varlığında eksilmeye karşılık davalıların mal varlığında toplam 181.747,11 TL haksız ve sebepsiz zenginleşme meydana geldiğini ileri sürerek, fazlaya ilişkin talep hakları saklı kalmak kaydıyla şimdilik davalılar H.'den 1.000 TL, R.'dan 250,00 TL, M.'den 450,00 TL, S.'den 6.300,00 TL, F.'dan 1.000,00 TL, E.'dan 1.000 TL olmak üzere toplam 10.000 TL banka zararının temerrüt tarihinden itibaren en yüksek banka kredilerine uygulanan faizi ile tahsilini istemiş, 03.04.2007 tarihli ıslah dilekçesi ile miktarı 181.747,11 TL ye çıkarmıştır.

Davalılar davanın reddini dilemiştir.

Mahkemece davanın reddine karar verilmiş hüküm davacı banka ile davalılar tarafından temyiz edilmiştir.

1- Dava sebepsiz zenginleşme hukuksal nedenine dayalı alacak istemine ilişkindir. Davacı, mudileri olan davalılar aleyhine açtığı davasında; dava dışı banka personelinin sistemden (banka şube ekranı) döviz alım ve satım işlemini yaparken bankacılık sistemine aykırı bir şekilde talimatın girilip işlemin yapıldığı anda alınması ya da satılması gereken döviz işlemlerini, kurdaki oynaklığı avantaja çevirmek için o anda onaylamayıp işlem saatinden sonra dövizin yükselmesi veya düşmesine bağlı olarak işlem menüsündeki onay tuşuna bastığı böylece dövizdeki kur farkından haksız kazanç sağlandığını ileri sürerek talepte bulunmuş, mahkemece Polatlı İş Mahkemesinin 2006/9 esas 2008/89 karar sayılı dava dışı çalışan aleyhine açılan davada 181.747,11 TL tazminata hükmedilerek zararın karşılandığı, BK 61. maddesine göre sebepsiz zenginleşme şartlarının gerçekleşmediği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

Hemen belirtilmelidir ki, sebepsiz zenginleşmeden söz edilebilmesi için; bir taraf zenginleşirken diğerinin fakirleşmesi, zenginleşme ve fakirleşme arasında uygun nedensellik bağının bulunması ve zenginleşmenin hukuken geçerli bir nedene dayalı olmaması gerekir. 818 sayılı Borçlar Kanununun 61. maddesinde, "Haklı bir sebep olmaksızın aharın zararına mal iktisap eden kimse, onu iadeye mecburdur" denildiği hâlde, öğreti ve uygulamada ortaya çıkan yeni anlayışa uygun olarak 6098 sayılı BK.nın 77 maddesinin birinci fıkrasında "Haklı bir sebep olmaksızın bir başkasının malvarlığından veya emeğinden zenginleşen, bu zenginleşmeyi geri vermekle yükümlüdür." denilmektedir. Sebepsiz zenginleşmenin kanunda düzenlenmesinin amacı, iki mal varlığı arasındaki sebepsiz değer kaymasının geri verilmesinin sağlanmasıdır. Sebepsiz zenginleşmenin işlevi uğranılan kayıpları gidermek değil hukuki bir sebebe dayanmaksızın başkası sayesinde elde edilen menfaatleri bu kişiye nakletmektir. Zenginleşenin geri verme borcunun doğumu için kusurlu olması şartı aranmamaktadır. Aksi takdirde bu kurum kusur şartı aranmayan bir haksız fiil türü halini almış olurdu. Mahkemece fakirleşme şartının gerçekleşmediği ve bankanın zararını dava dışı çalışanın karşılaması konusundaki tazminat kararı gerekçe gösterilerek istem reddedilmiş ise de dava dışı çalışan hizmet sözleşmesini, özen yükümlülüğünü usulsüz ve haksız eylemiyle ihlal etmesi sonucu tazminata mahkum olmuştur. Eldeki davanın hukuksal nedeni sebepsiz zenginleşme olduğundan o davada zararın hüküm altına alınması sebepsiz zenginleşme hukuki nedenine dayalı eldeki davanın açılmasını engellemez. Tarafları da farklı olduğundan maddi anlamda kesin hüküm de teşkil etmez ancak Yargıtay’ın kökleşmiş uygulamasına göre eldeki davada güçlü delil oluşturur.

Davalıların zenginleşmesine neden olan sebebin geçerliliği kesinleşen mahkeme kararıyla ortadan kalktığına göre zenginleşmenin kapsamının tayini gerekir. Bilirkişiler zenginleşmenin gerçekleştiğini beyan etmişlerse de davalıların malvarlığında oluşan çoğalma ile azalmanın karşılaştırmasını yapmamışlardır. Zenginleşme bir başka şahsın malvarlığındaki fakirleşmenin karşılığı olarak ortaya çıkmışsa o zaman iade borcundan bahsedilir. Böylece kazanç ve farkın oluşturacağı sonuç, zenginleşmeyi ortaya koyacaktır. O halde fakirleşme ile zenginleşmenin karşılaştırıldığı bir rapor alınmalıdır. Bunun için dosyanın aynı bilirkişilere tevdi ile 2003-2005 yılları arasında davalı hesap sahiplerinin bankada bulunan paralarını ne şekilde değerlendirdiği saptanmalı, vadeli vadesiz faiz, fon, tahvil vb gibi yatırım enstrümanı kullanılıp kullanılmadığı da araştırılarak o dönem itibariyle gerçekleşen yıllık enflasyon artış oranı, davacı bankanın mevduat ve devlet tahvillerine uyguladığı faiz oranları, TL karşısında kullanılan döviz kurları tespit edilip, davalıların bankadaki döviz alımına esas olan hesaplarının ağırlıklı kullanılan yatırım araçlarıyla değeri bulunduktan sonra malvarlığının ulaşacağı değer ile zenginleşmenin gerçekleştiği işlemlerin yapıldığı tarihler arasındaki ulaştığı değer arasındaki fark hesaplattırılmalı, zenginleşmenin kapsamı bu şekilde belirlenerek iade borcu ortaya çıkarılmalıdır. Eşdeyişle davalıların bankadaki malvarlığı iktisaptan sonra ifade ettiği değer ile bu iktisap gerçekleşmeseydi taşıyacak olduğu değer farkı araştırması sonucu zenginleşme fakirleşmeden azsa mesele yoktur. Sadece zenginleşme tutarı istenecektir. Fakat eğer zenginleşme tutarı fakirleşmeden çoksa fakirleşme tutarından fazla kısım sebepsiz zenginleşme hükümlerine göre geri istenemez. Gerçi çok kere zenginleşme fakirleşmeye karşılıktır. Nitekim bilirkişi raporuyla sebepsiz zenginleşmenin gerçekleştiği kazandırmadan davalıların davacıya karşı sorumlu olduğu da belirlenmiş ise de davalıların sorumlu olduğu miktar bu şekilde belirlenmemiştir. Öte yandan davalıların 'banka zararını' karşılayacaklarını içeren yazılı başvuruları konusunda araştırma yapılmadan yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir.

2- Bozma nedenine göre davalıların temyizinin incelenmesine gerek görülmemiştir.

Sonuç: 1-Yukarıda açıklanan nedenlerle hükmün davacı yararına BOZULMASINA,

2-Davalıların temyiz isteminin incelenmesine yer olmadığına, 1.100,00 TL duruşma avukatlık parasının davalılardan alınarak davacıya ödenmesine, peşin alınan 24,30 TL. temyiz harcının istek halinde davacıya iadesine, 10.10.2014 gününde oybirliği ile, karar verildi. (¤¤)




T.C. YARGITAY
3.Hukuk Dairesi

Esas:  2014/14184
Karar: 2014/12432
Karar Tarihi: 24.09.2014

ALACAK DAVASI - SÖZLEŞMENİN FESHİNDEN SONRA DA DAVALI TARAFIN AYNI KALICI YATIRIMLARI KULLANARAK TİCARETİNE DEVAM EDİP ETMEDİĞİ - SABİT YATIRIMLARIN TAŞINMAZA DEĞER KATIP KATMADIĞI TESPİT EDİLEREK KARAR VERİLMESİ GEREĞİ

ÖZET: Mahkemece; mahallinde yapılacak keşif ve bilirkişi incelemesi ile, taşınmaz üzerinde yapıldığı bildirilen sabit yatırımların yapılıp yapılmadığı, yapılmış ise sözleşmenin feshinden sonra da davalı tarafın aynı kalıcı yatırımları kullanarak ticaretine devam edip etmediği, bir başka deyişle anılan sabit yatırımların taşınmaza değer katıp katmadığı tespit edilerek, sonucuna göre bir karar verilmesi gerekir.

(6098 S. K. m. 77)

Dava: Taraflar arasında görülen alacak davasının yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen hüküm davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Temyiz isteminin süresi içinde olduğu anlaşıldıktan sonra dosyadaki bütün kağıtlar okunup gereği düşünüldü:

Karar: Davacı vekili dilekçesinde; müvekkili şirketin, maliki bulunduğu taşınmaz üzerinde kurulu istasyonda akaryakıt bayilik faaliyetini yürütmek isteyen davalı ile bayilik sözleşmesini imzaladığını, bayilik sözleşmesine istinaden 15 yıl süre ile taşınmaz üzerinde müvekkili şirket lehine intifa hakkı tesis edildiğini, müvekkilinin bayilik ve intifa sözleşmesinin devam edeceği inancı ile davalıya 332.200 TL intifa ödemesi yaptığını ancak Rekabet Kurumu kararlarına istinaden sözleşmenin 18.09.2010 tarihinde feshedildiğini, bayilik sözleşmesi ve ilintili diğer sözleşmelerin 5 yılı aşan kısım yönünden kendiliğinden sona erdiğini, bu nedenle davalının müvekkili aleyhine sebepsiz zenginleştiğini ileri sürerek; fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak üzere, intifa ödemesi nedeniyle sözleşmenin uygulanmayan dönemine tekabül eden 162.644.64 TL'lik kısmının ve sözkonusu bedelin dava tarihine kadar davalı yedinde kaldığı sürede bu iktisap sayesinde elde ettiği tüm semereler ile müvekkili şirketin bu bedelden yoksun kalması nedeniyle uğradığı ekonomik kayıpların karşılığı 419.193,96 TL'nin, ayrıca müvekkili şirketin istasyona yaptığı 65.320,13 TL sabit yatırımın KDV'si ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı vekili davanın reddine karar verilmesini savunmuştur.

Mahkemece; intifa bedeline ilişkin açılan davada, intifa bedelinin davalı tarafından yargılama sırasında ödenmesi nedeniyle esas hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar verilmiş, diğer talepler yönünden ise taraflar arasındaki bayilik ilişkisinin fiilen sona erdirildiği, taraflar arasında bağıtlanan bayilik sözleşmesinin feshin sonuçlarını düzenleyen 32.maddesinde, sözleşmenin bayii tarafından veya davacı tarafından tek taraflı feshi halinde Petrol Ofisi AŞ. tarafından yatırılan sabit yatırımların ödeme tarihindeki belirlenecek değerleri üzerinden bedellerinin ödenmesinin kararlaştırıldığı, davacının uzun süreli intifa hakkına dayanarak yaptığını iddia ettiği inkişaf bedellerini geri isteyebilmesi için bayilik sözleşmesinin ya davacı tarafından haklı nedenlerle veya davalı tarafından haksız olarak feshedilmesi gerektiği, somut olayda belirlenen durumların gerçekleşmediği, bu nedenle davalının iade yükümlülüğü bulunmadığı gerekçesiyle, diğer taleplerin reddine karar verilmiş, hüküm davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuni gerektirici sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik görülmemesine göre, davacı vekilinin sair temyiz itirazları yerinde değildir.

Ancak; davacı taraf, bayilik ilişkisinin sözleşme süresince devam edeceği düşüncesiyle yapılan ve sözleşmenin süresinden önce feshedilmesine rağmen davalı tarafça kullanılmaya devam edilen sabit yatırım bedelinden, sözleşmenin geçersiz kalan süresine tekabül eden bakiye bedelin de tahsilini istemiştir.

HGK.nun 06.02.2008 günlü ve 2008/3-40 E.-2008/102 K.sayılı ilamında da açıklandığı üzere; sebepsiz zenginleşmede davacının geri alma hakkının, buna karşın davalının geri verme borcunun doğması, bunların malvarlıklarının birbirinin zararına ve yararına olmak üzere karşılıklı yoksullaşma ve zenginleşmelerine bağlıdır ve bunun doğal sonucu olarak da, kural olarak, bu geri alma hak ve borcunun doğum anı, sebepsiz yoksullaşma ve zenginleşme olgularının gerçekleştikleri andır. O halde geri isteme hakkının kapsamı da kural olarak, anılan hak ve borcun doğdukları tarihten daha önce belirlenemez. Zira, geri alma, bu yoksullaşma ve zenginleşmenin sonucudur ve bu olgular gerçekleşmeksizin geri alma söz konusu değildir.

Şu durumda; sebepsiz zenginleşmede geri verme borcu, zenginleşmenin geçersiz bir nedene dayanması durumunda hemen; geleceğe yönelik bir neden bulunuyorsa onun oluşmadığı an; var olan bir neden bulunuyorsa da onun ortadan kalktığı zaman doğmuş olur. Edim yerine getirildiği sırada geçerli bir hukuksal nedenin bulunmasına karşın sonradan bu neden ortadan kalkmış olursa, bu durumda sebepsiz zenginleşme, nedenin ortadan kalktığı an meydana gelir.

Buna göre; sebepsiz zenginleşen davalının, bu zenginleşmeyi geri verme borcu, tarafların karşılıklı olarak getirdiği olanaklardan yararlandığı sözleşmenin sona erdiği an meydana gelecektir.

Taraflar arasındaki anlaşmanın öngörüldüğü tarihten önce sonlanması nedeniyle, davacı tarafından yapılmış ve davalı yan uhdesine geçmiş sabit yatırımların anlaşmanın geçersiz kalan süresine ilişkin kısmına isabet eden tutarının sebepsiz zenginleşme kurallarına göre davalı yandan tahsilinin istenebileceği, iddiaların ispatı halinde davalı tarafın davacı aleyhine sebepsiz zenginleştiği kuşkusuzdur.

Somut olayda; davacı taraf, bayilik ilişkisinin sözleşme süresince devam edeceği düşüncesiyle yapılan ve sözleşmenin süresinden önce feshedilmesine rağmen davalı tarafça kullanılmaya devam edilen sabit yatırım bedelinden, sözleşmenin geçersiz kalan süresine tekabül eden bakiye bedelin tahsilini istemiştir. Bu istem yönünden, mahkemece mahallinde keşif yapılmadan bilirkişiden rapor alınmış, davacı tarafça yapıldığı bildirilen sabit tesislerin, davalı tarafça kullanılan tesisler içerisinde yer alıp almadığı da incelenmemiştir.

Hal böyle olunca, mahkemece; mahallinde yapılacak keşif ve bilirkişi incelemesi ile, taşınmaz üzerinde yapıldığı bildirilen sabit yatırımların yapılıp yapılmadığı, yapılmış ise sözleşmenin feshinden sonra da davalı tarafın aynı kalıcı yatırımları kullanarak ticaretine devam edip etmediği, bir başka deyişle anılan sabit yatırımların taşınmaza değer katıp katmadığı tespit edilerek, sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, yazılı gerekçeyle davanın reddi usul ve yasaya aykırıdır.

Sonuç: Bu itibarla yukarıda açıklanan esaslar gözönünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsiz, temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde olduğundan kabulü ile hükmün HUMK.nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA ve peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine, 24.09.2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi..

27 Mart 2015 Cuma

KARAR I
T.C. YARGITAY
11.Hukuk Dairesi

Esas:  2014/4501
Karar: 2014/10253
Karar Tarihi: 02.06.2014

ALACAK DAVASI - DAVALI BANKANIN DAVA KONUSU MEVDUATTAN EN HAFİF KUSURUNDAN DAHİ SORUMLU OLDUĞU - DAVACININ ZARARINI OFF SHORE BANKASINDAN TAHSİL ETME OLANAĞININ KALMADIĞININ ANLAŞILMASIYLA ZAMANAŞIMI SÜRESİNİN BAŞLAYACAĞI - DAVANIN KABULÜ GEREĞİ

ÖZET: Davalı banka dava konusu mevduattan en hafif kusurundan dahi sorumludur. Davacının zararını off shore bankasından tahsil etme olanağının kalmadığının anlaşıldığı andan itibaren zamanaşımı süresinin başlaması sebebiyle zamanaşımı defiinin reddi gerektiği, gerekçesi ile davanın kabulü gerekir.

(818 S. K. m. 41, 42, 43, 44, 45) (6098 S. K. m. 49, 50, 51, 52, 53, 54, 55, 56, 57, 58, 59, 60, 61, 62, 63, 64, 65, 66) (6102 S. K. m. 321, 553) (5411 S. K. m. 140)

Dava: Taraflar arasında görülen davada İstanbul 16. Asliye Ticaret Mahkemesi’nce verilen 16/12/2013 tarih ve 2013/305-2013/337 sayılı kararın Yargıtay’ca incelenmesi davalı Banka vekili, fer'i müdahil TMSF vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava konusu meblağ 18.563 TL'nin altında bulunduğundan 6100 sayılı Kanun'un geçici 3/2. maddesi delaletiyle uygulanması gereken HUMK'nın 3156 sayılı Kanun'la değişik 438. maddesi gereğince duruşma isteğinin reddiyle incelemenin dosya üzerinde yapılmasına karar verildikten sonra dava dosyası için Tetkik Hakimi Hesna Coşar tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:

Karar: Davacı vekili, müvekkilinin davalı banka çalışanlarının yönlendirmesi ile parasını off shore bankasına yatırdığını ve davalı banka yöneticilerinin dolandırıcılık suçundan ceza aldığını, müvekkilinin parasının ödenmediğini ileri sürerek 3.000,00 TL alacağın 17/12/1999 tarihinden itibaren, TCMB'nin bankalarca TL olarak açılan mevduata uygulanacağı bildirilen azami faiz oranıyla birlikte tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili, davanın reddini istemiştir.

Mahkemece, iddia, savunma ve benimsenen bilirkişi raporuna göre, Yurt Security Off Shore Ltd'ye Yurt Ticaret ve Kredi Bankası A.Ş. tarafından gönderilen paraların aslında fiilen Kıbrıs’a aktarılmadığı, Yurt Ticaret ve Kredi Bankası A.Ş.'nin hakim ortaklarına ait bir kısım şirketlere kredi olarak verilmek üzere kullandırıldığı hususunun sabit olduğu, dava konusu mevduattan en hafif kusurundan dahi sorumlu olan bankanın Bankacılık Yasası ve TTK'nın 321/5. maddesi gereğince sorumlu olduğu, taraflar arasında akdi ilişki bulunmadığından, davalının sorumluluğunun (Borçlar Kanunu 41-45) TBK 49-66 ve 6102 sayılı TTK'nın 553. maddelerinden kaynaklanması ve davacının zararını off shore bankasından tahsil etme olanağının kalmadığının anlaşıldığı andan itibaren zamanaşımı süresinin başlaması sebebiyle zamanaşımı defiinin reddi gerektiği, gerekçesi ile davanın kabulüne, 3.000,00 TL'nin 17/12/1999 tarihinden itibaren işleyecek değişen oranlarda avans faizi ile birlikte davalıdan tahsiline, fon bankası iken ING Bank A.Ş'ye devredilen Yurt Bank A.Ş'nin eylemlerinden dolayı açılan davada, gerek feri müdahil TMSF gerekse bu bankayı devir alan ING Bank A.Ş'nin 5411 sayılı Bankacılık Kanunu'nun 140. maddesi uyarınca harçtan muaf olduğu dikkate alınarak, harç alınmasına yer olmadığına karar verilmiştir.

Kararı, davalı banka vekili, fer'i müdahil TMSF vekili temyiz etmiştir.

Dava dosyası içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına göre, davalı banka vekili, fer'i müdahil TMSF vekilinin tüm temyiz itirazları yerinde değildir.

Sonuç: Yukarıda açıklanan nedenlerden dolayı, davalı banka vekili, fer'i müdahil TMSF vekilinin bütün temyiz itirazlarının reddiyle usul ve kanuna uygun bulunan hükmün ONANMASINA, davalı banka ve TMSF harçtan muaf olduğundan harç alınmasına yer olmadığına, 02.06.2014 tarihinde oybirliği ile, karar verildi. (¤¤)

KARAR II

T.C. YARGITAY
10.Hukuk Dairesi

Esas:  2013/6199
Karar: 2013/13345
Karar Tarihi: 13.06.2013

RUCÜAN TAZMİNAT DAVASI - ÇATI MONTAJ İŞLEMİ SIRASINDA ÇATI SAHİBİ ŞİRKETİN İŞÇİSİNİN DÜŞEREK ÖLDÜĞÜ - MONTAJ İŞİNİ YAPAN ŞİRKETLE İŞVEREN ŞİRKET ARASINDA ASIL İŞVEREN TAŞERONLUK İLİŞKİSİ OLMADIĞI - İŞVEREN ŞİRKETİN KUSURUNUN OLMADIĞININ GÖZETİLMESİ GEREĞİ

ÖZET: Davalı şirkete ait bina inşaatının çatı panelleri döşenirken, diğer davalı şirketin işçisi olan sigortalının montajı yapılan çatıdan düşerek öldüğü, davalı şirketler arasında asıl işveren - taşeronluk ilişkisinin bulunmadığı anlaşılmaktadır. Olayın oluşumunda kusurunun bulunduğu hakkındaki ceza davasında verilen kesinleşmiş mahkumiyet kararıyla belirlenen davalı üçüncü kişinin işvereni durumundaki davalı şirketin, olayın oluşumunda herhangi bir kusuru da tespit edilememiştir. Söz konusu ceza davasında davalı hakkında alınan mahkumiyet ilamı davalı şirket yönünden hukuk hakimini bağlayıcı nitelikte kabul edilemeyeceğinden, davalı şirket yönünden davanın reddine karar verilmesi gerekir.

(506 S. K. m. 26, 87) (818 S. K. m. 41, 53, 55) (6098 S. K. m. 49, 66, 74)

Dava: Dava, rucüan tazminat istemine ilişkindir.

Mahkemece, bozma ilamına uyularak davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.

Hükmün, davacı Kurum vekiliyle davalı T... Y... Nak. Oto. Akaryakıt Tic. A.Ş. vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine, temyiz isteklerinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi:

Karar: 1- Dosyadaki yazılara, toplanan delillere ve hükmün dayandığı gerektirici sebeplere göre, davacı Kurum vekilinin tüm temyiz itirazlarının reddi gerekir.

2- Davanın yasal dayanağı olan 506 Sayılı Kanunun 26/2. maddesi üçüncü kişinin sorumluluğunu düzenlemekte olup: buna göre iş kazası veya meslek hastalığı 3. bir kişinin kastı veya kusuru sebebiyle meydana gelmişse, sigortalı veya hak sahiplerine bağlanan gelirlerle yapılan harcama ve ödemeler, zarara sebep olan üçüncü kişilere ve şayet kusuru varsa bunların çalışanlarına rücu edilebilir.

Üçüncü kişinin rücu alacağından sorumluluğu kusur sorumluluğu esasına dayanır. Bir başka ifadeyle; üçüncü kişi, ancak kusurlu ya da kasıtlı bir hareketinin varlığı halinde rücu alacağından sorumludur. Maddede geçen "çalıştıranlara" ibaresi, zararlandırıcı sigorta olayına neden olan üçüncü kişinin işverenlerini ifade etmekte olup; söz konusu işverenlerin sorumluluğu için, iş kazası veya meslek hastalığının oluşmasında kusurunun bulunduğunun saptanması gerekir. İstihdam edenlerin sorumluluğunu düzenleyen 818 Sayılı Mülga B.K.nun 55. (6098 Sayılı Türk Borçlar Kanununun 66) maddesinde, işverenin sorumlu olması için kusurlu olması şartı aranmamış iken, 506 Sayılı Kanunun anılan maddesinde, üçüncü kişinin işvereninin sorumluluğu kusur esasına dayanması karşısında; üçüncü kişinin işvereni hakkında, B.K. hükümleri uyarınca kusursuz sorumluluk hükümlerinin uygulanması mümkün değildir. Burada hangi hareketin kusur sayılacağına dair 506 Sayılı Kanunun 26/1. maddesine paralel bir açıklama yapılmadığından, kusur olgusunun 818 Sayılı Mülga B.K.nun 41 vd. (6098 Sayılı Türk Borçlar Kanununun 49 ve devamı) maddeleri uyarınca belirlenmesi gerektiğinin kabulü gerekir.

Somut olayda; davalılardan T... Y... Nak. Oto. Akaryakıt Tic. A.Ş.'ye ait bina inşaatının çatı panelleri döşenirken, davalı E... Çatı Kaplama ve İzolasyon San. Ltd. Şti. nin işçisi olan sigortalı H. D.'un montajı yapılan çatıdan düşerek öldüğü, davalı şirketler arasında 506 Sayılı Kanunun 87. maddesi anlamında asıl işveren - taşeronluk ilişkisinin bulunmadığı anlaşılmaktadır. Olayın oluşumunda kusurunun bulunduğu hakkındaki ceza davasında verilen kesinleşmiş mahkumiyet kararıyla belirlenen davalı üçüncü kişi H. D.'ın işvereni durumundaki davalılardan T... Y... Nak. Oto. Akaryakıt Tic. A.Ş.'nin, olayın oluşumunda herhangi bir kusuru da tespit edilememiştir. Söz konusu ceza davasında davalı H. D. hakkında alınan mahkumiyet ilamı davalı şirket yönünden 818 Sayılı Mülga B.K.nun 53. maddesi kapsamında hukuk hakimini bağlayıcı nitelikte kabul edilemeyeceğinden, davalı T... Y... Nak. Oto. Akaryakıt Tic. A.Ş. yönünden davanın reddine karar verilmesi gerekirken, Mahkemece, istihdam eden sıfatıyla kusursuz sorumluluğu bulunduğundan bahisle yazılı şekilde hüküm kurulması, usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.

O halde, davalı T... Y... Nak. Oto. Akaryakıt Tic. A.Ş. vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.

Sonuç: Temyiz edilen hükmün yukarda açıklanan sebeplerle BOZULMASINA, temyiz harcının istenmesi halinde iadesine, 13.06.2013 tarihinde oybirliği ile, karar verildi. (¤¤)

KARAR III

T.C. YARGITAY
3.Hukuk Dairesi

Esas:  2013/19977
Karar: 2014/926
Karar Tarihi: 27.01.2014

TAZMİNAT DAVASI - HATALI TEŞHİS VE UYGULAMA - MANEVİ TAZMİNAT HÜKMEDİLİRKEN GÖZETİLECEK İLKELER - DAVACININ EKONOMİK SOSYAL DURUMU HAKKINDA BİR ARAŞTIRMA YAPILMASI GEREĞİ

ÖZET: Davacının ekonomik sosyal durumu hakkında bir araştırma yapıldıktan sonra manevi tazminat miktarının belirlenmesi gerekir.

(818 S. K. m. 55) (6098 S. K. m. 66) (6102 S. K. m. 4, 5) (4721 S. K. m. 4)

Dava: Taraflar arasında görülen alacak davasının yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen hüküm davalı T... Bilim Tıp Merkezi Özel Sağlık Hiz. ve Tesisleri Turizm Sanayi ve Ticaret A.Ş. tarafından temyiz edilmiştir. Temyiz isteminin süresi içinde olduğu anlaşıldıktan sonra dosyadaki bütün kağıtlar okunup gereği düşünüldü:

Karar: Davacı vekili dava dilekçesinde; davacının böbrek ameliyatı olduğunu, ağrıları sebebiyle acil servise kaldırıldığını, doktor D.'nın hemşire N.'e iğne yapması talimatını verdiğini, teşhisin ve uygulamanın hatalı olduğunu, davacının bacağını hissetmediğini, halen fizik tedavi gördüğünü, kazanç kaybına uğradığını, psikolojik çöküntü yaşadığını, Hastanenin adam çalıştıran sıfatıyla kusursuz sorumlu olduğunu belirterek, fazlaya dair hakları saklı olmak üzere 8.000 TL maddi, 50.000 TL manevi tazminatın olay tarihinden ticari faiziyle müteselsilen tahsiline karar verilmesini istemiştir.

Davalılar vekilleri cevap dilekçelerinde; görev ve husumet konusunda itirazda bulunmuşlar ve davanın esastan da reddini istemişlerdir.

Mahkemece; Ticaret Mahkemesi sıfatıyla yargılama yapılarak davanın kısmen kabulüne, 25.000 TL manevi tazminatın olay tarihinden yasal faiziyle davalı T... Bilim Tıp Merkezi Özel Sağlık Hizmetleri ve Tesisleri Turizm Sanayi ve Ticaret A.Ş.'den alınarak davacıya verilmesine, diğer davalılara açılan davanın reddine karar verilmiş, hüküm aleyhine karar verilen davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

818 Sayılı B.K.nun "istihdam edenlerin mesuliyeti" başlığı altında düzenlenen 55. maddesi (6098 Sayılı T.B.K.nun 66. maddesi) uyarınca; istihdam edenlerin müstahdemlerinin eylemlerinden sorumlu tutulmaları ilkesi, kendi yararı için başkasını çalıştıran kimsenin, bu işin ifasından meydana gelecek zarar tehlikesini bazı şartlar altında üzerine alması esasına dayanır. İstihdam eden, müstahdem veya işçilerini seçerken, onları çalıştırırken, başkalarına zarar vermemelerini sağlamakla ve buna dikkat ve özen göstermekle yükümlüdür.

818 Sayılı Borçlar Kanununun 55. maddesi hükmü gereğince adam çalıştıranın sorumlu tutulabilmesi için; zararın çalışanın hukuka aykırı eyleminden doğması ve zararla çalışanın eylemi arasında uygun illiyet bağının bulunması yeterlidir.

Somut olayda; davacının talebi haksız eylemden doğan ve kusursuz sorumluluğa dayanan maddi ve manevi tazminat olduğundan davanın ticari niteliği bulunmamaktadır. Dosya incelendiğinde, davanın, 6335 Sayılı Yasayla değişik 6102 Sayılı T.T.K.nun 5. maddesi hükmünün yürürlüğe girdiği 1.7.2012 tarihinden önce Asliye Hukuk Mahkemesinde (Ticaret Mahkemesi sıfatı ile) açıldığı anlaşılmaktadır. 6102 Sayılı T.T.K.nun 4. maddesine göre, bir davanın ticari dava olabilmesi için uyuşmazlığın her iki tarafının da tacir olması ve ticari işletmeleriyle ilgili hususlardan doğmuş bulunması veya anılan yasa maddesinde sayılan mutlak ticari davalardan olması gerekli ve yeterlidir. Anılan ilkelere göre ticari bir niteliği bulunmayan davada davalının işbölümü itirazına rağmen Ticaret Mahkemesi sıfatıyla yargılama yapılması isabetli bulunmamıştır.

Kişilik hakları hukuka aykırı olarak, saldırıya uğrayan kimse manevi tazminat ödetilmesini isteyebilir. Yargıç, manevi tazminatın tutarını belirlerken, saldırı oluşturan eylem ve olayın özelliği yanında tarafların kusur oranını, sıfatını, işgal ettikleri makamı ve diğer sosyal ve ekonomik durumlarını da dikkate almalıdır. Tutarın belirlenmesinde her olaya göre değişebilecek özel durum ve koşulların bulunacağı da gözetilerek, takdir hakkını etkileyecek nedenleri karar yerinde nesnel (objektif) olarak göstermelidir. Çünkü Kanunun takdir hakkı verdiği durumlarda yargıcın, hukuk ve adalete uygun karar vereceği Medeni Kanunun 4. maddesinde belirtilmiştir. Takdir edilecek bu bedel, zarara uğrayanda manevi huzuru doğurmayı gerçekleştirecek tazminata benzer bir işlevi (fonksiyonu) olan özgün bir nitelik taşır. Bir ceza olmadığı gibi malvarlığı hukukuna dair bir zararın karşılanmasını da amaç edinmemiştir. O halde, bu tazminatın sınırı onun amacına göre belirlenmelidir. Takdir edilecek tutar, var olan durumda elde edilmek istenilen doyum (tatmin) duygusunun etkisine ulaşmak için gerekli olan kadar olmalıdır.

Somut olayda; mahkemece, davacının ekonomik sosyal durumu hakkında bir araştırma yapılmaksızın manevi tazminat miktarının belirlenmiş olması da doğru bulunmamıştır.

Mahkemece; anılan ilkeler gözardı edilerek, eksik araştırma ve yanılgılı değerlendirmeyle yazılı şekilde karar verilmiş olması doğru bulunmamış, kararın bozulması gerekmiştir.

Bozma nedenlerine göre, diğer temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik gerek görülmemiştir.

Sonuç: Bu itibarla yukarda açıklanan esaslar gözönünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsiz, temyiz itirazları bu sebeplerle yerinde olduğundan kabulüyle hükmün H.U.M.K.nun 428. maddesi gereğince BOZULMASINA ve peşin alınan temyiz harcının istenmesi halinde temyiz edene iadesine, 27.01.2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi. (¤¤)

KARAR IV

T.C. YARGITAY
11.Hukuk Dairesi

Esas:  2012/5597
Karar: 2013/6983
Karar Tarihi: 05.04.2013

TAZMİNAT DAVASI - DAVALI BANKANIN KENDİ ELEMANININ GERÇEKLEŞTİRDİĞİ ZİMMET SUÇUNDAN DOLAYI KUSURSUZ OLARAK SORUMLU OLDUĞU - MANEVİ TAZMİNAT KOŞULLARININ OLUŞMADIĞI - DAVANIN KISMEN KABULÜ - HÜKMÜN ONANMASI

ÖZET: Mahkemece; iddia, savunma, benimsenen bilirkişi raporu ve … Ağır Ceza Mahkemesi'nin kesinleşen kararına göre, davalı bankaya mevduat olarak bırakılan paranın bankanın güvencesinde olduğu ve bu paranın en son işlem tarihinden itibaren on yıllık süre içerisinde talep edilebileceğinden zamanaşımının gerçekleşmediği, davalı bankanın kendi elemanının gerçekleştirdiği zimmet suçundan dolayı BK'nın maddesi gereğince kusursuz olarak sorumlu olduğu, manevi tazminat koşullarının oluşmadığı gerekçesiyle davanın kısmen kabulüyle … TL alacağın davalıdan tahsiline, alacağın … TL'sine, dava tarihinden itibaren değişen oranlı avans faizi yürütülmesine, manevi tazminat talebinin reddine karar verilmiştir. Usul ve yasaya uygun bulunan hükmün onanması gerekmiştir.

(6098 S. K. m. 66) (818 S. K. m. 55)

Dava: Taraflar arasında görülen davada İstanbul 24. Asliye Ticaret Mahkemesi'nce verilen 7.12.2011 tarih ve 2011/51-2011/84 Sayılı kararın Yargıtay’ca incelenmesi davalı vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlatılmış olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi Ebru Yücetürk tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:

Karar: Davacı vekili, müvekkillerinin davalı banka nezdinde bulunan hesaplarına 45.000.00 TL yatırarak vade sonu değeri 50.920.00 TL olan hazine bonosunu aldıklarını, bankadaki işlemlerinin zimmet suçundan yargılanmakta olan davalı çalışanı L. Ş. tarafından yapıldığını, hazine bonosunun vadesinin dolması üzerine müvekkillerince bankanın aranması ile paranın 30.11.2004 tarihinde çekildiğinin ve L. Ş.'nin mevcut hesaplarda usulsüzlükler yaparak kaçtığının öğrenildiğini, davalı bankaca müvekkillerinin zararlarının karşılanmadığını, manen yıkıldıklarını ileri sürerek, 50.920,00 TL alacağın, her bir müvekkili için ayrı ayrı 10.000.00 TL manevi tazminatın temerrüt tarihi olan 15.7.2005 tarihinden itibaren avans faizi ile birlikte davalıdan tahsilini talep ve dava etmiş, 4.2.2011 tarihinde maddi tazminata yönelik davasını 91.630.54 TL olarak kısmen ıslah etmiştir.

Davalı vekili, davanın zamanaşımına uğradığını, müvekkili çalışanı L. Ş.'nin yargılanarak mahkum olduğunu, ancak kararın kesinleşmediğini, para çekimine dair dekonttaki imzanın davacıya ait olması sebebiyle ödeme yapılmadığını, manevi tazminat koşullarının oluşmadığını savunarak davanın reddini istemiştir.

Mahkemece; iddia, savunma, benimsenen bilirkişi raporu ve İstanbul 8. Ağır Ceza Mahkemesi'nin 29.4.2008 gün ve 2005/66-25 E.K. sayılı kesinleşen kararına göre, davalı banka çalışanı dava dışı L. Ş.'nin önceden planlayarak ve gereken ortamı sağlayarak imzalarda eksiklik olduğu bahanesi ile 45.000,00 TL'nin çekilmesine dair makbuzlara davacıların imzasını aldığı, bu imzadan dolayı davacılara kusur yüklenemeyeceği, anılan çalışanın davacılara ait parayı zimmete geçirdiğinin maddi olay olarak ceza mahkemesinde kabul edildiği, hukuk mahkemesinin bu tespit ile bağlı olduğu, davalı bankaya mevduat olarak bırakılan paranın bankanın güvencesinde olduğu ve bu paranın en son işlem tarihinden itibaren 10 yıllık süre içerisinde talep edilebileceğinden zamanaşımının gerçekleşmediği, davalı bankanın kendi elemanının gerçekleştirdiği zimmet suçundan dolayı BK'nın 55. maddesi gereğince kusursuz olarak sorumlu olduğu, manevi tazminat koşullarının oluşmadığı gerekçesiyle davanın kısmen kabulüyle 91.630,54 TL alacağın davalıdan tahsiline, alacağın 50.920,00 TL'sine, dava tarihinden itibaren değişen oranlı avans faizi yürütülmesine, manevi tazminat talebinin reddine karar verilmiştir.

Kararı, davalı vekili temyiz etmiştir.

Dava dosyası içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına göre, davalı vekilinin tüm temyiz itirazları yerinde değildir.

Sonuç: Yukarıda açıklanan nedenlerden dolayı, davalı vekilinin bütün temyiz itirazlarının reddiyle usul ve yasaya uygun bulunan hükmün ONANMASINA, aşağıda yazılı bakiye 5.177,90 TL temyiz ilam harcının temyiz edenden alınmasına, 05.04.2013 tarihinde oybirliği ile karar verildi. (¤¤)