24 Ocak 2016 Pazar

EŞYA HUKUKU OLAY IV KARAR TAM METNİ

OLAY IV TMK. M. 1007
T.C YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
Esas: 2002 / 4-640
Karar: 2002 / 830
Karar Tarihi: 16.10.2002
ÖZET : Uyuşmazlık, tapuda yapılan yanlışlık nedeniyle zamanaşımının hangi tarihte başlayacağı noktasında toplanmaktadır. Sorumluluktan doğan dava hakkı bir ve on yıllık zamanaşımına tabidir. Burada üzerinde durulması gereken konu zamanaşımının hangi tarihte başlayacağıdır. 15.3.1944 gün ve 1943/13 E. ve 1944/8 K. sayılı İnançları Birleştirme Kararında açıklandığı üzere; tapuda yapılan bir yanlışlık başlı başına bir hukuki varlık ifade etmeyip, ancak neden olduğu zarar itibarıyla hukuki varlık kazanır. Bunun doğal sonucu ise zamanaşımının kayıt düzeltilmesine ilişkin davanın reddine dair kararın kesinleşme tarihinden itibaren başlamasıdır.
(743 S. K. m. 917) (818 S. K. m. 60) (4721 S. K. m. 1007) (YİBK. 15.03.1944 T. 1943/13 E. 1944/8 K.)

Dava: Taraflar arasındaki "tazminat" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; İzmir 7. Asliye Hukuk Mahkemesi'nce davanın kısmen kabulüne dair verilen  29.06.2000     gün ve 1996/67 E. - 2000/498 K. sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 4. Hukuk Dairesi'nin 15.2.2001 gün ve 2000/10388-2001/1547 sayılı ilamı ile (... Davacı Medeni Kanun'un 917. maddesini dayanak göstermek suretiyle tapu sicilinde yapılan hatalı işlem nedeniyle zarar gördüğünü belirterek ödetme kararı verilmesini istemiştir. Mahkemece istem kısmen kabul edilmiş, karar davalı tarafından temyiz edilmiştir.

Dosyadaki iddia ve savunmaya göre davalının süresinde ve usulüne uygun olarak zamanaşımı def'inde bulunduğu anlaşılmaktadır. Mahkeme eldeki işbu davadan önce davacı tarafından tapu sicil müdürlüğü aleyhine sicilin düzeltilmesi davası açıldığını, bu davanın reddedildiğini, böylece o davadaki hükmün kesinleşmesinden sonra zamanaşımının başlayabileceğini kabul ederek zamanaşımı savunmasını kabul etmemiştir.

Dosyada bulunan tapu kaydı üzerinde yapılan incelemede davacı adına olan paylı tapunun çeşitli zamanlarda devirler gördüğü, son olarak 19.3.1982 tarihinde tapudaki 5731/23909 hisseden 346 payın devredildiği, geriye 5385/23909 pay kalması gerekirken hatalı olarak 2385/23909 pay olarak yazıldığı anlaşılmıştır. Daha sonra yerde imar planı uygulaması yapılmış, davacının imar planı uygulaması sonunda payı tapudaki devirden sonra geriye kalan 464/23909 üzerinden işlem görmüştür. Ancak imar planından önceki hatalı ve eksik pay devri üzerinden işlem yapılmıştır. İmar planı uygulamasına ilişkin tapu kaydı 1.6.1987 tarihinde kesinleşip tapuya devredilmiştir. Davacı imar planındaki bu işlemlerin kesinleşmesinden sonra 7.12.1992, 27.1.1993 ve 17.5.1993 tarihlerinde kayıt üzerinde devir işlemleri yapmıştır. Böylece davacının 19.3.1982 tarihinde tapu sicilinde yapılan hatalı işlemi 1987 tarihinde kesinleşip tapuya tescil edilen imar uygulamasından sonraki tapu kaydı üzerinde yapılan devir işlemleri sırasında öğrendiği, bu tarihin 7.12.1992 olduğu kabul edilmek gerekir.

Açıklanan şu duruma göre 19.3.1982 tarihinde tapuda yapılan ve davacının zarar görmesine neden olan usulsüz işlemin en geç 7.12.1992 tarihinde davacı tarafından öğrenilmiş olduğunun kabulü gerekir. Borçlar Kanunu'nun 60. maddesinde zararın ve zarar verenin öğrenilmesinden itibaren açılacak tazminat davalarındaki süre belirtilmiştir. Davacının talebi itibarıyla, zarar tapu sicilinin tutulmasından kaynaklanmıştır. Borçlar Kanunu'nun 60. maddesinde zararın meydana gelmesinden itibaren on yıl ve öğrenilmesinden itibaren de bir yıl içerisinde bu tür işlemlerin zamanaşımına uğrayacağı öngörülmüştür.

Somut olayda zarar 19.3.1982 tarihinde meydana gelmiş ve bu haksız eylem davacı tarafından 7.12.1992 tarihinde tapu kaydı üzerinde yapılan işlemle öğrenilmiştir. Eldeki dava ise 15.1.1999 tarihinde açılmıştır. Açılan davaya karşı davalı süresi içinde usulüne uygun olarak zamanaşımı savunmasında bulunmuştur.

Açıklanan şu duruma göre davacının isteminin zamanaşımı nedeniyle reddine karar vermek gerekirken bu yön gözetilmeden işin esası hakkında hüküm kurulmuş olması usul ve yasaya aykırı olup kararın bu nedenle bozulması gerekmiştir...) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Karar: Dava, tapu sicil memurları tarafından yapılan hata nedeniyle uğranılan zararın tazmini isteminden ibarettir.

Davacı, tapuda yapılan 19.3.1982 tarihli satış işlemi sırasında, kayıtlara 3000 payının eksik geçirildiğini, 1987 tarihli imar uygulaması sonucunda bu payının tamamen kaybolduğunu, bu payı geri alabilmek için açtığı tapu iptali ve tescil davasının sonunda, hatalı işlem yapıldığının kabul edildiği, ancak kaybolan parsellerin hangi parsellere gittiğinin saptanmasının mümkün olmadığı belirlenerek, tazminat davası açma hakkı saklı tutulup, davanın reddine karar verildiğini, bu nedenle bu yanlış işlem nedeniyle uğradığı 25.000.000.000.- TL tazminatın davalılardan tahsiline karar verilmesini istemiştir.

Davalı Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü vekili; yapılan hatalı işlemde davacının da imzasının olduğunu, bu tarihten imar uygulaması yapıldığı tarihe kadar yanlışlığın düzeltilmesi ya da tazminat konusunda bir dava açılmadığını, davada zamanaşımı süresinin dolduğunu, yapılan hatanın bir idari işlemden kaynaklanması nedeniyle davanın idare mahkemesinde açılması gerektiğini, tazminat koşullarının da oluşmadığını savunup, davanın husumet ve zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmesini istemiştir.

İhbarda bulunulan memurlar ise; zarardan kendilerinin sorumlu olmadıklarını, nedensellik koşulunun oluşmadığını belirterek davanın reddini istemişlerdir.

Mahkemenin; tapu iptali ve tescil davasının 17.12.1998 tarihinde kesinleşip, tazminat davasının, 15.2.1999 tarihinde açılması nedeniyle zamanaşımının geçmediği, zararın tapuda yapılan işlemden doğduğu, zarardan tapu sicil müdürü ve memurunun sorumlu olduğu gerekçesi ile davanın kısmen kabulüne dair verdiği karar, özel daire tarafından yukarıda açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.

Mahkeme zamanaşımının kayıt düzeltilmesine ilişkin davanın kesinleşme tarihinden başlayacağı gerekçesi ile önceki hükümde direnmiştir.

Uyuşmazlık, tapuda yapılan yanlışlık nedeniyle zamanaşımının hangi tarihte başlayacağı noktasında toplanmaktadır.

Burada yeri gelmişken, tapu siciline hâkim olan temel ilkelere değinmek gerekir. Bunlar, kayıt ilkesi, illiyet ilkesi, açıklık ilkesi, güven ilkesi ve Devletin sorumluluğu ilkesidir.

Taşınmazların tapu siciline kaydedilmesinde ve doğru sicillerin oluşturulmasında Devletin sorumluluğu o kadar önemlidir ki, 743 sayılı Medeni Yasa 917. maddesinde Hazinenin tapu sicillerinin tutulmasından doğan bütün zararlardan sorumlu olduğu, Hazinenin kusurlu memurlara rücu etme hakkının var olduğu kabul edilmiştir. Ancak, madde içeriğinde bu konuda zamanaşımının söz konusu olup olmadığı ve hangi zamanaşımının uygulanması gerektiği yönünde bir açıklık yoktur.

Öğretide ve uygulamada benzetme yoluyla Borçlar Yasası'nın 60. maddesindeki zamanaşımının uygulanması gerektiği sonucuna varılmıştır.

Medeni Yasa'nın 917. maddesine dayanan sorumluluktan doğan dava hakkı Borçlar Yasası'nın 60. maddesi hükmünce bir ve on yıllık zamanaşımına tabidir. Burada üzerinde durulması gereken konu zamanaşımının hangi tarihte başlayacağıdır.

Eğer zarar bir ayni hakkın varlık veya sona ermesinden ıbaretse, hak sahibi her şeyden önce aynen geri alma olanaklarını arayacak ve sonunda tapu iptali ve tescil davası reddedilip kesinleşince, oluşan zararın tazminini bu kurala dayanârak Devletten isteyecektir.

Devletin tapu sicilini çok düzgün tutması ve taşınmazların durumunu tespit ve tescil bakımından gerekli düzenlemelerin yapılarak açık hale getirilmesi konusuna büyük önem verilmiş, bu sicillerin Devlet memurlarınca tutulmasından ileri gelecek bütün zararlardan dolayı vatandaşlara karşı fer'i değil, aynen İsviçre'de olduğu gibi asli bir sorumluluk yüklenmiştir (Prof. Dr. Hıfzı Veldet Velidedeoğlu / Galip Esmer Gayrimenkul Tasarrufları 1969 Basım s: 512 vd. Prof. Dr. Jale Akipek Eşya Hukuku ikinci bası 1972 s: 303).

Bu kurala aykırı olarak zarar doğurucu eylemin işlendiği günde dava açılması zorunluluğunun kabulü durumunda henüz zarar doğmadan veya gerçekleşmeden açılan bu davanın reddi gerekecektir. Çünkü tazminat davası malvarlığında oluşan bir eksiltmenin giderilmesini sağlama amacını güder. Şayet zararın gerçekleşmesi beklenirse, bu durumda zamanaşımı gerçekleşecek, giderek bir kısım zarar doğurucu işlemlerin Devletin tazmini yükümlülüğü dışında bırakılması sonucuna ulaştıracaktır. Bu ise öğreti ve yargısal inançlarda benimsenen ve Devletin bu konuda geniş kapsamlı sorumluluğunu öngören yasa koyucunun amacına aykırı düşer. Bu sürenin başlamasında tapu sicilinde yapılan yanlış işlem tarihi değil, maddi zararın meydana gelmesine sebep olan işlem tarihinin esas alınması gereklidir. (Prof. Dr. Safa Reisoğlu Türk Eşya Hukuku Üçüncü Baskı 1969 C: l, s: 212 vd., Esat Şener Yargıtay 100. Yıl Armağanı sh: 583, 584).

Medeni Yasanın 917. maddesi gereğince Hazinenin sorumlu tutulabilmesi için tapu sicilinin tutulmasından zarar doğmuş bulunması, memurun hukuka aykırı eylemi olması, zarar ile eylem arasında nedensellik bağının bulunması zorunludur. Zarar doğmadıkça Hazinenin sorumluluğundan söz edilemez. Tapu kaydının düzeltilmesi olanak içinde bulundukça da zarardan söz edilemeyeceğinden, Hazineye karşı tazminat davası açılamayacaktır.

Mülkiyet hakkına dayanılarak açılan bir davada zamanaşımının söz konusu olmayacağı 16.5.1956 gün ve 1956/1-7 sayılı İnançları Birleştirme Kararı gereğidir.

Medeni Yasanın 933. maddesi gereğince haklı bir gerekçe olmaksızın yapılan bir tescil, tek başına mülkiyet hakkını sona erdiren bir neden değildir.

15.3.1944 gün ve 1943/13 E. ve 1944/8 K. sayılı İnançları Birleştirme Kararında açıklandığı üzere; tapuda yapılan bir yanlışlık başlı başına bir hukuki varlık ifade etmeyip, ancak neden olduğu zarar itibarıyla hukuki varlık kazanır. Bunun doğal sonucu ise zamanaşımının kayıt düzeltilmesine ilişkin davanın reddine dair kararın kesinleşme tarihinden itibaren başlamasıdır. Aksinin kabulü MK. 917. maddesinin konuluş amacına ters düşer. Nitekim Hazinenin yanlış işlemde kusuru olan memurlarına karşı açılacağı rücu davasında da zamanaşımının, tapudaki yanlışlık tarihinden değil, ödeme tarihinden başlayacağı yerleşik bir uygulamadır (Aynı yöndeYargıtay HGK'nun 20.1.1982 gün ve 1979/4-584 E. ve 1982/46 K. sayılı ilamı).

Bu açıklamaların ışığında somut olaya baktığımızda, davacıya ait payın satışı sırasında 19.3.1982 tarihinde 933 yevmiye nosu ile yapılan satış sonucu 5.388/23.909 pay kaldığının yazılması gerekirken yanlışlıkla, 2.385/23.909 pay kaldığı yazılarak, davacıya ait 3000/23.909 pay eksik gösterilmiştir.

Daha sonra burada ıslah imar planı uygulaması yapılırken bu hatalı ve eksik pay üzerinden işlem yapılmış, imar planı uygulamasına ilişkin tapu kaydı 1.6.1987 tarihinde kesinleşip tapuya devredilmiştir.

Davacı bu imar uygulamasından sonra da 7.12.1992, 27.1.1993 ve 17.5.1993 tarihlerinde tapudan satışlar yapmıştır. Burada zararın hangi tarihte oluştuğu konusu üzerinde durulması gerekir. Tapu kaydının düzeltilmesi olanak dahilinde bulundukça zarardan söz edilemeyeceği yukarıda açıklanmıştır. Davacı da 21.1.1994 tarihinde İzmir 1. Asliye Hukuk Mahkemesi'nde 1994/86 esas sayılı dosya ile Tapu Sicil Müdürlüğü'ne izafeten Maliye Hazinesi'ne dava açmıştır. Burada yapılan yargılama sonunda; "davacının payının imar uygulaması sonucu diğer parsellerden de alınan düzenleme ortaklık paylarının arasında kalıp, yeni parseller oluştuğundan, bu hissenin hatasının düzeltilmesinin mümkün olmadığı, ancak tazminat hakkının saklı tutulduğu" gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiş, karar Yargıtay 1. Hukuk Dairesi'nin onamından geçerek 13.12.1998 tarihinde kesinleşmiştir.

O halde, zarar tapu iptali ve tescil davasının kesinleşme tarihi olan 13.12.1998 tarihinde oluşmuştur. Eldeki dava da 15.1.1999 tarihinde açıldığından dava süresinde olup mahkemenin direnme kararı yerindedir. Ne var ki, davalı vekilinin dosyanın esasına ilişkin temyiz itirazları dairesince incelenmediğinden, bu yönlerin incelenmesi için dosya özel dairesine gönderilmelidir.

Sonuç: Yukarıda açıklanan nedenlerden dolayı yerel mahkemenin direnme kararı yerinde ise de işin esasına yönelik temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın 4. Hukuk Dairesi'ne gönderilmesine, 16.10.2002 gününde oyçokluğu ile karar verildi

EŞYA HUKUKU OLAY III ECRİMİSİL KARARI TAM METNİ

OLAY III ECRİMİSİL
T.C YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
Esas: 2013 / 3-752
Karar: 2014 / 334
Karar Tarihi: 19.03.2014
ÖZET: Somut olayda, bir kimsenin başkasına ait olduğunu bildiği taşınmazı, hukuki bir dayanağı olmadan kendi malı gibi kullanması ve dolayısıyla ekonomik yarar sağlamasının bir karşılığının olması gerektiği, bu bakımdan bu yeri kullanan kişinin hak sahiplerine haksız işgal tazminatı ödemek zorunda olduğu, haksız olarak kullanılan taşınmazın ekonomik tahsis amacı itibariyle gelir elde etmeye özgülenmemiş olmasının sonuca etkili bulunmamasına göre, Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken, aksine düşüncelerle önceki kararda direnilmesinin usul ve yasaya aykırıdır.(4721 S. K. m. 995) (743 S. K. m. 908) (YİBK. 08.03.1950 T. 1949/22 E. 1950/4 K.)

Dava: Taraflar arasındaki "Ecrimisil" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Eyüp 3. Asliye Hukuk Mahkemesi'nce davanın reddine dair verilen 22.2.2011 gün ve 2010/104 E.-2011/37 K sayılı kararın incelenmesi davacılar vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 3. Hukuk Dairesi'nin 29.11.2011 gün ve 2011/10877 E.-2011/19020 K sayılı bozma ilamı ile;

(... Davacı vekili dilekçesi ile; müvekkillerine ait taşınmazın, 1.12.2001 başlangıç tarihli kira sözleşmesiyle davalıya kiralandığını; kira sözleşmesi gereğince, taşınmazın zemin kat 1 numaralı asma katlı dükkan ve 1.katta bulunan 2, 3, 4, 5, 6 ve 7 numaralı büro vasıflı bağımsız bölümlerinin kiralanmış bulunduğunu; davalı banka şubesinin, kira sözleşmesine dahil edilmeyen bodrum katı da kiralamış olduğu alanlarla birleştirerek kullanmaya başladığını, bu kullanıma rızalarının olmadığını davalı tarafa defalarca ihtaratta bulunduklarını, buna rağmen davalının kullanımını sürdürdüğünü iddia ederek; fuzuli işgal nedeniyle, fazlaya dair hakları saklı kalmak üzere, şimdilik 20.000 TL ecrimisil alacağının dönem sonlarından itibaren işleyecek ticari faiziyle birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili cevap dilekçesinde; haksız fiile dair zamanaşımı süresinin dolduğunu, taraflar arasındaki kira sözleşmesinin 8 yılı aşkın bir süre öncesine dayandığını ve davaya konu edilen bölümün kira kontratına konu olan dükkanın mütemmim cüzü niteliğinde bulunduğunu savunarak; davanın reddini istemiştir.

Mahkemece; "Dava konusu taşınmazın davacılar adına kayıtlı olup, kat irtifaklı taşınmazda davacıların 1/2'şer hisselerinin bulunduğu, taraflar arasında tanzim edilen 1.2.2001 başlangıç tarihli kira sözleşmesiyle taşınmazın zemin kat 1 numaralı asma katlı dükkan ve 1.katta bulunan 2, 3, 4, 5, 6 ve 7 numaralı büro vasıflı bağımsız bölümlerin davacılar tarafından davalı bankaya 10 yıllığına kiraya verildiği, mahkememizce mahallinde yapılan keşifte ecrimisil talep edilen davaya konu bölümün bodrum kat olup projede sığınak olarak yer alan ortak kullanım alanında kaldığı, dışarıya çıkış kapısının bulunmadığı, kiraya verilme ve gelir sağlama olanağı bulunan yerlerden olmadığı anlaşıldığından ecrimisil talep edilmesi mümkün görülmemekle, davanın reddine karar verilmesi gerekmiştir. Gerekçesiyle" davanın reddi cihetine gidilmiş, hüküm davacılar vekili tarafından süresinde temyiz edilmiştir.

Davacılar, malik oldukları binanın bodrum katının davalı tarafından kira sözleşmesi kapsamı dışında kullanıldığını, karşılığında bir ücret ödenmediğini iddia ederek; haksız kullanım karşılığı, ecrimisil talep etmektedirler.

Bilindiği gibi, gerek öğretide ve gerekse yargısal uygulamalarda ifade edildiği üzere, ecrimisil; (diğer bir deyişle işgal tazminatı) hak sahibinin kötüniyetli zilyetten isteyebileceği bir tazminat olup, 8.3.1950 tarih 22/4 Sayılı İnançları Birleştirme Kararında "...fuzuli işgalin kiraya benzetilemeyeceği, haksız bir eylem sayılması gerektiği....bir zarar meydana gelirse bunun tazmin ettirileceği, ... Medeni Kanunun (eski) 908. maddesi anlamında zilyedin faydalanmasından doğan bir istem olduğu..." vurgulanmıştır. Ecrimisil, haksız işgal sebebiyle tazminat olarak nitelendirilen özel bir zarar giderim biçimi olması nedeniyle, en azı kira geliri, en çoğu ise tam gelir yoksunluğu karşılığı zarardır.

Somut olayda; davalının, kiraladığı zemin kattaki asma katlı dükkanı, (bina projesinde bağımsız bölüm olarak gösterilmeyen) bodrum katla ilişkilendirerek (ekonomik fayda sağlamak amacıyla) birlikte kullandığı; buna karşılık, davacıların bu kullanım sebebiyle bir zararının doğduğu anlaşılmaktadır. Mahkemece, davalı tarafından yararlanılan ve haksız olarak kullanılan bu yerin, bodrum kat olup projede sığınak olarak yer alan ortak kullanım alanında kaldığı, dışarıya çıkış kapısının bulunmadığı, kiraya verilme ve gelir sağlama olanağı bulunan yerlerden olmadığından bahisle, ecrimisil talebinin reddine karar verilmiştir. Oysa, bir kimsenin başkasına ait olduğunu bildiği taşınmazı; hukuki bir dayanağı olmadan kendi malı gibi kullanması ve dolayısıyla ekonomik yarar sağlamasının bir karşılığı olmalıdır.

Bir nesneye (taşınmaza) haksız olarak kötüniyetle, kendi çıkarına zilyet olan kimse, onu hak sahibine geri vermekle yükümlüdür.

Bundan ayrı olarak, kendi çıkarına haksız olarak başkasının hukuk alanına girip, işine karışıp kazanç elde eden kimse (davalı), hak sahibinin (davacının) tazminat davasındaki gibi zararı ya da nedensiz zenginleşmedeki gibi yoksullaşması aranmaksızın - Bu "haksız karışma kazancı"nı geri vermesi gerekmektedir (Tandoğan, Haluk:Mukayeseli Hukuk ve Hususiyle İsviçre-Türk Hukuku bakımından Vekaletsiz İşgörme, İst.1957, sh, 56 vd; 60/61, 64/66 da anılan yazarlar. Zimmermann, Schulz, Reichel, E.Wolf, Friedrıch...Ayrıca B.K.. B. Özen: haksız Zilyedlikte iade; Doktora Tezi-, İst.2003, sh.249).

Davalı, taşınmazı bizzat kullanmasının objektif değerini ödemeye mahkum edilmelidir. O kadar ki, haksız olarak kullanılan taşınmazın ekonomik tahsis amacı itibariyle (somut olayda projede sığınak) gelir elde etmeye örgütlenmemiş olması dahi sonuca etkili görülmemelidir. Öyleyse, davaya konu davalının elinde tuttuğu taşınmazın; kiraya verilmesi halinde piyasa koşullarına göre ne kadar bedel getireceği bilirkişi eliyle belirlenmeli ve sonucuna göre bir hüküm kurulmalıdır.

Mahkemece, yanılgılı değerlendirme ve eksik inceleme sonucu yazılı şekilde, davanın reddine karar verilmesi doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir...),

Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

H.G.K.'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Karar: Dava, haksız işgal iddiasına dayalı ecrimisil istemine ilişkindir.

Davacılar vekili; davalı kiracının kira sözleşmesi dışında kalan bölümü, kiralanan alanlarla birleştirmek suretiyle kullandığını ileri sürerek ecrimisil isteğinde bulunmuştur.

Davalı vekili; davaya konu edilen bölümün, kira kontratına konu olan dükkanların mütemmim cüz'ü niteliğinde olduğunu, ayrıca kira veya sair gelir elde edilebilecek vasıfta olmadığını bildirerek, davanın reddine karar verilmesini istemiştir.

Mahkemece; davaya konu bölümün projede sığınak olarak gösterildiği, ortak kullanım alanında kaldığı, kiraya verilme ve gelir sağlama olanağı bulunan yerlerden olmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş, davacılar vekilinin temyizi üzerine, Özel Dairece yukarda açıklanan sebeplerle karar bozulmuştur.

Yerel mahkemece, önceki gerekçeler genişletilmek suretiyle direnme kararı verilmiş, direnme kararı davacılar vekili tarafından temyiz edilmiştir.

H.G.K. önüne gelen uyuşmazlık; yapı projesinde sığınak olarak gösterilen ve ortak mülkiyet hükümlerine tabi olan yer için ecrimisil talep edilip edilemeyeceği, buradan varılacak sonuca göre davalının kullanımından dolayı ecrimisil ödemesi noktasında toplanmaktadır.

Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere özellikle, projesinde ortak kullanım alanı (sığınak) olarak gösterilen davaya konu bölümün, davalı tarafından bodrum katla ilişkilendirilerek, ekonomik fayda sağlamak amacıyla birlikte kullanıldığı; bir kimsenin başkasına ait olduğunu bildiği taşınmazı, hukuki bir dayanağı olmadan kendi malı gibi kullanması ve dolayısıyla ekonomik yarar sağlamasının bir karşılığının olması gerektiği, bu bakımdan bu yeri kullanan kişinin hak sahiplerine haksız işgal tazminatı ödemek zorunda olduğu, haksız olarak kullanılan taşınmazın ekonomik tahsis amacı itibariyle gelir elde etmeye özgülenmemiş olmasının sonuca etkili bulunmamasına göre, Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken, aksine düşüncelerle önceki kararda direnilmesinin usul ve yasaya aykırıdır.

Yapılan görüşmeler sırasında, bir kısım üyelerce, davaya konu bölümün projesinde sığınak olduğu, kat mülkiyeti kanununa göre amacı dışında kullanılmayacağı, niteliği itibariyle gelir getiren yer olarak değerlendirilemeyeceğinden davanın reddine karar verilmesinin usul ve yasaya uygun bulunduğu ileri sürülmüş ise de, bu görüş Kurul çoğunluğunca yukarda belirtilen sebeplerle benimsenmemiştir.

O halde, H.G.K. çoğunluğunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırı olduğundan direnme kararı bozulmalıdır.

Sonuç: Davacılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulüyle direnme kararının H.G.K. tarafından da benimsenen Özel Dairenin bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6217 Sayılı Kanunun 30. maddesiyle 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'na eklenen "Geçici madde 3" atfıyla uygulanmakta olan 1086 Sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istenmesi halinde temyiz peşin harcının yatırana iadesine, aynı kanunun 440/I. maddesi uyarınca tebliğden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 19.03.2014 tarihinde yapılan görüşmede oyçokluğuyla karar verildi.

KARŞI OY:

Dava, haksız işgal sebebiyle ecrimisil talebine ilişkindir.

Uyuşmazlık, yapı projesinde sığınak olarak gösterilen ve ortak mülkiyet hükümlerine tabi olan yerin ecrimisile tahammüllü olup olamayacağı, buradan varılacak sonuca göre davalının kullanımından dolayı ecrimisil ödemesi gerekip gerekmeyeceği noktasında toplanmaktadır.

Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; Abdi İpekçi Cad. No:57 Bayrampaşa/İstanbul adresinde bulunan taşınmazlarını 1.12.2001 başlangıç tarihli kira sözleşmesiyle davalıya kiraladıklarını, kira sözleşmesi gereğince taşınmazda zemin kat 1 numaralı asma katlı dükkan ve 1. katta bulunan 2, 3, 4, 5, 6 ve 7 numaralı büro vasıflı bağımsız bölümlerin kiraya verilmesine rağmen davalı banka şubesinin vekil edenlerine ait bodrum katı da kiralanan alanlarla birleştirmek suretiyle kullanmaya başladığını, vekil edenlerinin 1.12.2001 tarihinden bu yana davaya konu taşınmazdaki fuzuli işgaline son verilmesi için davalıya ihtaratta bulunduklarını, tanık beyanlarıyla ispat edeceklerini bildirerek fazlaya dair talepleri saklı kalmak kaydıyla toplam 20.000,00-TL ecrimisilin dönem sonlarından itibaren hesaplanacak olan ticari avans faiziyle birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı şirket vekili cevap dilekçesinde özetle: davacı tarafından ihtarnamede 215.015,71-TL, dava açılırken 20.000,00-TL ecrimisil talep edildiğinden ihtarnamede belirtilen ecrimisil tutarı üzerinden harcın ikmal edilmesi gerektiğini, taraflar arasındaki kira ilişkisinin 1.12.2001 tarihli sözleşmeyle başladığını, davaya konu edilen bölümün, kira kontratına konu olan dükkanın mütemmim cüz'ü niteliğinde, banka şubesi girişi dışında ayrı bir girişi dahi olmayan ve tapu kaydında da bağımsız bölüm olarak kayıtlı olmayan bir bölüm olduğundan ayrıca kira veya sair gelir elde edilebilecek vasıfta olmadığını bildirerek davanın reddine karar verilmesini istemiştir.

Mahkemece yapılan yargılama sonucunda; Eyüp 3. Asliye Hukuk Mahkemesi'nin 22.2.2011 tarih, 2010/104 Esas, 2011/37 Karar sayılı kararı ile; davanın reddine karar verilmiştir.

Davacı vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 3. H.D. 29.11.2011 gün ve 10877/19020 E/K sayılı kararı ile "Davacı vekili dilekçesi ile; müvekkillerine ait taşınmazın, 1.12.2001 başlangıç tarihli kira sözleşmesiyle davalıya kiralandığını; kira sözleşmesi gereğince, taşınmazın zemin kat 1 numaralı asma katlı dükkan ve 1.katta bulunan 2, 3, 4, 5, 6 ve 7 numaralı büro vasıflı bağımsız bölümlerinin kiralanmış bulunduğunu; davalı banka şubesinin, kira sözleşmesine dahil edilmeyen bodrum katı da kiralamış olduğu alanlarla birleştirerek kullanmaya başladığını, bu kullanıma rızalarının olmadığını davalı tarafa defalarca ihtaratta bulunduklarını, buna rağmen davalının kullanımını sürdürdüğünü iddia ederek; fuzuli işgal nedeniyle, fazlaya dair hakları saklı kalmak üzere, şimdilik 20.000 TL ecrimisil alacağının dönem sonlarından itibaren işleyecek ticari faiziyle birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davalı vekili cevap dilekçesinde; haksız fiile dair zamanaşımı süresinin dolduğunu, taraflar arasındaki kira sözleşmesinin 8 yılı aşkın bir süre öncesine dayandığını ve davaya konu edilen bölümün kira kontratına konu olan dükkanın mütemmim cüzü niteliğinde bulunduğunu savunarak; davanın reddini istemiştir. Mahkemece; "Dava konusu taşınmazın davacılar adına kayıtlı olup, kat irtifaklı taşınmazda davacıların 1/2'şer hisselerinin bulunduğu, taraflar arasında tanzim edilen 1.2.2001 başlangıç tarihli kira sözleşmesiyle taşınmazın zemin kat 1 numaralı asma katlı dükkan ve 1.katta bulunan 2, 3, 4, 5, 6 ve 7 numaralı büro vasıflı bağımsız bölümlerin davacılar tarafından davalı bankaya 10 yıllığına kiraya verildiği, mahkememizce mahallinde yapılan keşifte ecrimisil talep edilen davaya konu bölümün bodrum kat olup projede sığınak olarak yer alan ortak kullanım alanında kaldığı, dışarıya çıkış kapısının bulunmadığı, kiraya verilme ve gelir sağlama olanağı bulunan yerlerden olmadığı anlaşıldığından ecrimisil talep edilmesi mümkün görülmemekle, davanın reddine karar verilmesi gerekmiştir. Gerekçesiyle" davanın reddi cihetine gidilmiş, hüküm davacılar vekili tarafından süresinde temyiz edilmiştir. Davacılar, malik oldukları binanın bodrum katının davalı tarafından kira sözleşmesi kapsamı dışında kullanıldığını, karşılığında bir ücret ödenmediğini iddia ederek; haksız kullanım karşılığı, ecrimisil talep etmektedirler. Bilindiği gibi, gerek öğretide ve gerekse yargısal uygulamalarda ifade edildiği üzere, ecrimisil; (diğer bir deyişle işgal tazminatı) hak sahibinin kötüniyetli zilyetten isteyebileceği bir tazminat olup, 8.3.1950 tarih 22/4 Sayılı İnançları Birleştirme Kararında "...fuzuli işgalin kiraya benzetilemeyeceği, haksız bir eylem sayılması gerektiği....bir zarar meydana gelirse bunun tazmin ettirileceği, ... Medeni Kanunun (eski) 908. maddesi anlamında zilyedin faydalanmasından doğan bir istem olduğu..." vurgulanmıştır. Ecrimisil, haksız işgal sebebiyle tazminat olarak nitelendirilen özel bir zarar giderim biçimi olması nedeniyle, en azı kira geliri, en çoğu ise tam gelir yoksunluğu karşılığı zarardır. Somut olayda; davalının, kiraladığı zemin kattaki asma katlı dükkanı, (bina projesinde bağımsız bölüm olarak gösterilmeyen) bodrum katla ilişkilendirerek (ekonomik fayda sağlamak amacıyla) birlikte kullandığı; buna karşılık, davacıların bu kullanım sebebiyle bir zararının doğduğu anlaşılmaktadır. Mahkemece, davalı tarafından yararlanılan ve haksız olarak kullanılan bu yerin, bodrum kat olup projede sığınak olarak yer alan ortak kullanım alanında kaldığı, dışarıya çıkış kapısının bulunmadığı, kiraya verilme ve gelir sağlama olanağı bulunan yerlerden olmadığından bahisle, ecrimisil talebinin reddine karar verilmiştir. Oysa, bir kimsenin başkasına ait olduğunu bildiği taşınmazı; hukuki bir dayanağı olmadan kendi malı gibi kullanması ve dolayısıyla ekonomik yarar sağlamasının bir karşılığı olmalıdır. Bir nesneye (taşınmaza) haksız olarak kötüniyetle, kendi çıkarına zilyet olan kimse, onu hak sahibine geri vermekle yükümlüdür. Bundan ayrı olarak, kendi çıkarına haksız olarak başkasının hukuk alanına girip, işine karışıp kazanç elde eden kimse (davalı), hak sahibinin (davacının) tazminat davasındaki gibi zararı ya da nedensiz zenginleşmedeki gibi yoksullaşması aranmaksızın - Bu "haksız karışma kazancı"nı geri vermesi gerekmektedir (Tandoğan, Haluk:Mukayeseli Hukuk ve Hususiyle İsviçre-Türk Hukuku bakımından Vekaletsiz İşgörme, İst.1957, sh, 56 vd; 60/61, 64/66 da anılan yazarlar. Zimmermann, Schulz, Reichel, E.Wolf, Friedrıch...Ayrıca B.K.. B. Özen: haksız Zilyedlikte iade; Doktora Tezi-, İst.2003, sh.249).Davalı, taşınmazı bizzat kullanmasının objektif değerini ödemeye mahkum edilmelidir. O kadar ki, haksız olarak kullanılan taşınmazın ekonomik tahsis amacı itibariyle (somut olayda projede sığınak) gelir elde etmeye örgütlenmemiş olması dahi sonuca etkili görülmemelidir. Öyleyse, davaya konu davalının elinde tuttuğu taşınmazın; kiraya verilmesi halinde piyasa koşullarına göre ne kadar bedel getireceği bilirkişi eliyle belirlenmeli ve sonucuna göre bir hüküm kurulmalıdır. Mahkemece, yanılgılı değerlendirme ve eksik inceleme sonucu yazılı şekilde, davanın reddine karar verilmesi doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir. Bu itibarla yukarda açıklanan esaslar gözönünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsiz, temyiz itirazları bu sebeplerle yerinde olduğundan kabulüyle hükmün H.U.M.K.nun 428. maddesi gereğince bozulmasına…" gerekçesiyle temyiz olunan kararın oyçokluğuyla bozulmasına karar verilmiştir.

Eyüp Asliye Hukuk Mahkemesi'nin kapatılarak dosyanın İstanbul Adliyesine gönderilmesi sonrasında İstanbul 18. Asliye Hukuk Mahkemesi'nin 5.11.2012 tarih, 2012/335 Esas, 2012/454 Karar sayılı kararı ile;

"Dava mahiyeti itibariyle haksız işgal iddiasına dayalı ecrimisil talebinden ibarettir. Mahkememizce taşınmaza dair tapu kayıtları ve tasdikli proje getirtilmiş, tarafların beyan ve delilleri alınmış, mahallinde keşif ve bilirkişi incelemesi yapılmıştır. Davaya konu İstanbul ili, Bayrampaşa ilçesi, Sağmalcılar Mahallesi, 6 ada, 3 parsel sayılı 194,59 m2 alanlı arsa vasıflı kat irtifaklı taşınmazın zemin kat bağımsız bölüm no:1 asma katlı dükkan, 1.kat bağımsız bölüm no:2 büro, 2.kat bağımsız bölüm no:3, 4, 5, 6 ve 7 büroda kayıtlı taşınmazların 1/2'şer hissesinin davacılar A. ve C. T. adına kayıtlı olduğu, şerhler hanesinde Eyüp 5. Noterliğinden tasdikli kira sözleşmesi ile 1.1.2001 tarihinden başlamak üzere 10 yıl müddetle Şekerbank T.A.Ş lehine kira şerhi ve haciz şerhi bulunduğu görülmüştür. Taraflar arasında tanzim olunan 1.12.2001 kira başlangıç tarihli kira sözleşmesiyle davaya konu taşınmazda zemin kat l numaralı asma katlı dükkan ve 1.katta bulunan 2, 3, 4, 5, 6, 7 numaralı büro vasıflı bağımsız bölümlerin 10 yıl müddetle davalı bankaya kiraya verildiği, mahkememizden kira sözleşmesi harici olarak davalının kullanımında olduğu iddia edilen bodrum kat alan için ecrimisil talep edildiği anlaşılmaktadır. Dosyaya sunulan Beyoğlu 37. Noterliğinin 25.2.2010 tarih ve 04601 yevmiye numaralı ihtarnameyle davacılar tarafından davalı bankaya davaya konu taşınmaza dair ecrimisil bedelinin ödenmesine dair ihtarname gönderildiği görülmüştür. Mahkememizce mahallinde yapılan keşifte bilirkişi heyetince tanzim edilen rapor ve krokiye göre, taşınmaz üzerinde bodrum kat, zemin kat, asma kat ve 5 normal kattan oluşan betonarme karkas bina bulunduğu, ecrimisil talep edilen kısmın bodrum kat olup projede sığınak olarak yer alan ortak kullanım alanında kaldığı, bu kısmın davalı tarafından arşiv oda, yemekhane ve mutfak olarak kullanıldığı, ecrimisil talep edilen bölümün projede sığınak olarak planlanan ortak kullanım alanında yer alması sebebiyle ecrimisile müteamili olmadığı tespit edilmiştir. Dosya kapsamı, toplanan deliller, tapu kaydı, onaylı proje, keşif ve bilirkişi raporu ve bozma kararı bir arada değerlendirildiğinde; Dava konusu taşınmazın davacılar adına kayıtlı olup, kat irtifaklı taşınmazda davacıların 1/2'şer hisselerinin bulunduğu, taraflar arasında tanzim edilen 1.2.2001 başlangıç tarihli kira sözleşmesiyle taşınmazın zemin kat 1 numaralı asma katlı dükkan ve 1.katta bulunan 2, 3, 4, 5, 6 ve 7 numaralı büro vasıflı bağımsız bölümlerin davacılar tarafından davalı bankaya 10 yıllığına kiraya verildiği, mahkememizce mahallinde yapılan keşifte ecrimisil talep edilen davaya konu bölümün bodrum kat olup projede sığınak olarak yer alan ortak kullanım alanında kaldığı, dışarıya çıkış kapısının bulunmadığı, kiraya verilme ve gelir sağlama olanağı bulunan yerlerden olmadığı, ayrı bağımsız bölüm niteliğinde olmadığı anlaşıldığından ecrimisil talep edilmesi mümkün görülmemekle mahkememizce verilen 2010/104 esas, 22.2.2011 tarih ve 2011/37 Sayılı hükümde direnilmesine, bu sebeple davanın reddine karar verilmesi gerekmiştir. " gerekçesi ile, direnme kararı verilmiş, direnme kararı davacı vekilince temyiz edilmiş, Yüksek H.G.K.nun sayın çoğunluğunun görüşleri doğrultusunda direnme kararı bozulmuştur.

Aşağıdaki sebeplerle sayın çoğunluğun bozma yönündeki görüşlerine katılmıyoruz.

Taraflar arasındaki uyuşmazlığın, davacı kiralayanlar tarafından, davalı kiracıya, kiralanan taşınmazda sığınak olarak geçen yerin, davalı kiracı tarafından amacı dışında kullanılması sebebiyle ecrimisil ödenip ödenmeyeceği noktasında toplandığı anlaşılmaktadır. Taşınmazın, davacılar tarafından davalı bankaya kiralandığı, projede sığınak olarak belirlenen yerin davalı tarafından kullanıldığı konularında bir çekişme mevcut değildir. Esasen uyuşmazlık; sığınakların amaç dışı kullanılmasının haksız kullanım sayılıp sayılmayacağı ve bu kullanımdan dolayı ecrimisil istenip istenmeyeceği noktasında toplanmaktadır.

Yerel mahkemece; davacıların ecrimisil talepleri, projede sığınak olarak yer alan bu alanın davalı kiracı tarafından kullanıldığı tespit edilmiş olmasına rağmen, bu yerlerin kiraya verilme ve kira geliri getirme özelliğinin bulunmadığı gerekçesiyle talep reddedilmiştir.

Yüksek Özel Dairece; ecrimisilin hak sahibinin kötüniyetli zilyetten isteyebileceği bir tazminat türü olduğu, kullanımdan dolayı bir zarar doğduğu, davalı kiracının ekonomik çıkar elde ettiği ve kullanılan yerin sığınak olmasının, ecrimisilin verilmesi açısından önemli olmadığı gerekçeleriyle kararın bozulmasına karar verilmiştir.

Davalı kiracı tarafından, kira sözleşmesine istinaden kullanılan taşınmazın bodrumunda yer alan ve projede sığınak yeri olarak gözüken yeri kullanması, haksız kullanım olarak değerlendirilebilir ise de; sığınaklar, Kat Mülkiyeti Kanununa göre ortak yerlerden olup, bir kişinin Ya da kişilerin kullanımına tahsis edilmesi mümkün değildir. Olağanüstü hallerde, tüm kat maliklerince, amacına uygun kullanılması gereken yerin, amacı dışında kullanılması ve bu kullanımdan taşınmaz maliki yararına hak doğması hukuk düzeni açısından mümkün değildir. Hukuk düzeninin korumadığı bir durumdan, yasal olarak hak çıkarımı yapılamaz. Hukuk düzeni bir taraftan sığınakların özel kişiler tarafından kullanılmasını yasaklarken, diğer yandan, kullanımı yasak olan bir yerin malikinin ecrimisil adı altında bir kazanımda bulunmasına cevaz vermez. Aksi düşünce; hukuk düzeni açısından ciddi bir çelişki yaratır. Hukuk düzeninin korumadığı bir değerden, bir taraf yararına hak çıkarılması mümkün değildir.

Somut olayda sığınağın yer aldığı taşınmaz, davacı malikler tarafından davalı bankaya 1.12.2001 tarihinde kiraya verilmiş ve kira aktinin devam ettiği anlaşılmaktadır. Davacılar, bu kullanımdan yaklaşık 9 yıl geçtikten sonra 25.2.2010 tarihli noter ihtarnamesiyle ecrimisil talebinde bulunmuşlardır. Bu davranış, iyiniyet kuralları ile de bağdaşmaz. Herkes, haklarını kullanırken ve borçlarını ifa ederken, iyiniyet kurallarına uymakla yükümlüdür. 9 yılı aşkın kullanım amacına uygun olmayacak şekilde sığınağın kullanılmasına göz yumulup, 9 yıl geçtikten sonra, ecrimisil istemek yerine, davacıların, davalı kiracıyı, haksız kullanımı gördüğü anda, (sığınağın, ortak yerlerden olduğu, bu yerlerin amacı dışında kullanılmasının akte aykırılık teşkil ettiği şeklinde) uyarmak ve gerektiğinde akte aykırılık sebebine dayalı tahliye davası açmak ve sığınağın gerçek amacına uygun kullanımını sağlamak olmalıydı. Bozma kararına zorunlu olarak uyacak mahkemenin ecrimisil kararından sonra, ecrimisil ödenecek, taraflarda, sığınağın, ecrimisil bedelini ödemek kaydıyla kullanımının yasal hale geldiği inancı oluşacaktır. Bu surette, davalı kiracının, davacılara ecrimisil bedelini ödemek suretiyle sığınağı amacı dışında kullanmaya devam edecek olması son derece yanlış uygulamaları beraberinde getirecek, belki de sığınağın amacı dışında kullanımı sebebiyle oluşacak bir olağanüstü durum karşısında kiralanan da çalışanların hayati bir tehlikeyle karşılaşması muhtemel olacaktır.

Kat Mülkiyeti hükümleri gereğince tamamen kamu yararı düşüncesiyle ortak yerlerden olarak projede belirlenen, tüm kat maliklerinin onayıyla dahi kiraya verilmesi ve kullanım amacı değiştirilmesi mümkün olmayan sığınağın, kullanım amacı dışında kullanılması halinde kat maliklerinin bu kullanımdan dolayı ecrimisil isteyemeyeceği yönündeki yerel mahkeme kararı isabetlidir.

Tüm bu nedenlerle; yerel mahkeme kararının onanması gerektiğinden, sayın çoğunluğun yerel mahkeme kararının bozulması yönündeki görüşlerine katılmıyoruz.

KARŞI OY:

Uyuşmazlık, kat irtifakı kurulu olan bir taşınmazda, ortak yer niteliğindeki sığınağın kiracı tarafından kullanılması sebebiyle ecrimisil ödenmesi gerekip gerekmediği noktasındadır.
Kat maliki olan davacılarla davalı arasında 1.2.2001 başlangıç tarihli ve 10 yıl süreli kira sözleşmesi düzenlenmiştir. Sözleşmeyle zemin kattaki 1 numaralı bağımsız bölümle zemin üstündeki altı adet bağımsız bölüm iş yeri olarak kiralanmıştır.

Zemin kattaki 1 numaralı bağımsız bölüm, bodrum kattaki sığınakla irtibatlı olup, kiracı burasını kira sözleşmesinin başından beri arşiv odası, mutfak ve yemekhane olarak kullanmaktadır. Kiraya verenler aradan 8 yıl 2 ay 24 gün gibi uzunca bir süre geçtikten sonra çektikleri noter ihtarnamesiyle kiracıdan ecrimisil istemişler, akabinde iş bu davayı açmışlardır. Dava konusu yer onaylı projesine göre sığınak niteliğinde ortak yer olarak tahsis edildiğinden, uyuşmazlığın haklı bir çözüme kavuşabilmesi için, kira sözleşmesi hükümleri (genel hükümler) ile Kat Mülkiyeti Kanunu hükümlerinin birlikte değerlendirilmesi gerekmektedir.

Kiraya konu edilen zemin kattaki 1 numaralı bağımsız bölümün, davaya konu bodrum kattaki sığınakla doğrudan irtibatlı olduğu, zemin katın kiracıya teslimiyle birlikte bodrum kattaki sığınağın zilyetliğinin kiracıya geçtiği ve sözleşmenin başlangıcından beri kiracının zilyet ve tasarrufunda olduğunda uyuşmazlık yoktur. Kiraya verenler de bu duruma 8 yıl 2 ay 24 gün gibi uzunca bir süre ses çıkarmamışlardır.

Ecrimisil, hak sahibinin kötü niyetli zilyetten isteyebileceği bir tazminat olduğuna göre, böylesi bir durumda kiracının kötü niyetli zilyet olduğu ileri sürülebilir mi? Bu soruya olumlu cevap vermek mümkün görülmemektedir.

Öte yandan, 634 Sayılı Kat Mülkiyeti Kanunu 4/a maddesiyle, sığınaklar ortak yerler arasında sayılmıştır. Aynı kanunun 6/4. maddesinde de, bağımsız bölümlerin başkasına devri, kayıtlanması veya kiralanması halinde eklentiler ve ortak yerler de kendiliğinden devredilmiş, kayıtlanmış veya kiralanmış olur, hükmü öngörülmüştür. Kira sözleşmesi bu kanun hükmüyle birlikte değerlendirildiği takdirde de, kiracının somut olay açısından kötü niyetli zilyet olarak kabulünün mümkün olmadığı sonucuna varılmaktadır.

Yine 634 Sayılı Kat Mülkiyeti Kanunu 45. maddesine göre, ana yapının dış duvarlarının, çatı veya damının reklam maksadıyla kiralanması gibi önemli yönetim işleri, bütün kat maliklerinin oybirliğiyle verecekleri kararla mümkün ise de;

Özel ortak amaçlara tahsis edilmiş ortak yerlerin, bu özel amaca tahsisi kaldırılmadığı müddetçe, her hangi bir gelir getirmesi ve tüm kat maliklerinin oybirliğiyle karar alması halinde dahi kiraya verilmesi mümkün olmadığından, bu gibi yerlerin işgali sebebiyle de ecrimisil istenemez. (Yargıtay 18.H.D.'nin 11.12.2006 tarih ve 2006/7513-10438 Sayılı içtihadı)

Bu nedenlerle, somut olayda davaya konu edilen sığınak da özel amaca tahsisli bu ortak yerlerden sayıldığından, yerel mahkemenin ecrimisil istenemeyeceğine dair direnme kararı usul ve yasaya uygun olup, onanması gerekirken, bozulmasına dair sayın çoğunluğun değerli görüşüne katılamıyorum. 

EŞYA HUKUKU OLAY II KARARIN TAM METNİ

OLAY II
T.C YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
Esas: 2013 / 1-1117
Karar: 2014 / 745
Karar Tarihi: 01.10.2014
ÖZET: Somut olayda davalı savunmasında, belirlenecek rayiç bedel ile zorunlu ve yararlı giderlerin ödetilmesini istemiş olmakla, “çoğun içerisinde az da vardır” kuralı gereğince ödediği bedelin iadesini de denkleştirici adalet ilkesi uyarınca talep ettiği kabul edilerek, sözleşme tarihinde ödenen satış bedelinin yukarıdaki ölçütler gözetilerek dava tarihi itibariyle ulaşacağı alım gücü belirlenerek; güncellenmiş bu bedel üzerinden hapis (alıkoyma) hakkı tanınarak el atmanın önlenmesine karar verilmesi gerekir. (4721 S. K. m. 2, 683, 706, 993, 994, 995) (818 S. K. m. 213) (2644 S. K. m. 26) (6098 S. K. m. 237) (YHGK 07.02.2001 T. 2000/13-1729 E. 2001/32 K.) (YHGK 11.06.2003 T. 2003/13-414 E. 2003/410 K.)

Dava: Taraflar arasındaki “el atmanın önlenmesi” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Hatay Asliye 1.Hukuk Mahkemesi'nce davanın kabulüne dair verilen 13.03.2012 gün ve 2010/200 E., 2012/114 K. sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 1. Hukuk Dairesi'nin 19.09.2012 gün ve 2012/5632-9656 sayılı ilamı ile;

(... Dava, çaplı taşınmaza elatmanın önlenmesi isteğine ilişkindir.

Mahkemece, davalı yararına hapis hakkı tanınmak suretiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.

Dosya içeriği ve toplanan delillerden, kayden davacıya ait 930 parsel sayılı taşınmazın davalı tarafından kullanıldığı ve bu kullanımın harici satın alma olgusundan kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

Hemen belirtilmelidir ki, tapulu taşınmazların mülkiyetinin naklinin Türk Medeni Kanunu'nun 706., Borçlar Kanunu'nun 213. ve 2644 sayılı Tapu Kanunu'nun 26. maddeleri hükümleri uyarınca resmi şekle bağlı olduğu, harici satışların mülkiyetin nakli yönünden geçersiz bulunduğu tartışmasızdır. Ne var ki, geçersiz sözleşmeye göre kayıt malikine bir bedel ödenmiş ise, ödeyen yararına hapis hakkı tanınması olanağı doğacağı 10.7.1940 tarih 2/77 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında vurgulanmış, taşınmazı haricen temlik eden kişinin aldığı satış bedelini karşı tarafa ödemedikçe haricen satın alan kişinin taşınmazı terk etmesini isteyemiyeceği belirtilmiştir.

Açıklanan ilkeler karşısında, davalı yararına hapis hakkı tanınmak suretiyle el atmanın önlenmesine karar verilmesinde kural olarak bir isabetsizlik yoktur. Davacının öteki temyiz itirazları yerinde değildir, reddine.

Ancak, üzerinden hapis hakkı tanınacak tutarın haricen satın alma bedeli olması gerektiği gözetilmeden, taşınmazın keşif tarihindeki değeri üzerinden hapis hakkı tanınması doğru değildir.

Davacının temyiz itirazı değinilen nedenden ötürü yerindedir...),

Gerekçesi ile bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlatıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Karar: Dava, çaplı taşınmaza el atmanın önlenmesi istemine ilişkindir.
Davacı, kayden maliki olduğu 930 parsel sayılı taşınmazın davalı tarafından 10 yılı aşkın zamandır haksız olarak işgal edildiğini ileri sürerek, el atmanın önlenmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı yan, dava konusu taşınmazı 1987 yılında 900 TL bedelle haricen satın aldığını, taşınmazın zilyetliğini de teslim aldığını bildirerek, öncelikle davanın reddini; aksi halde taşınmazın rayiç bedeli, zorunlu ve yararlı değerler toplamı üzerinden hapis hakkı tanınmasını istemiştir.

Mahkemece, taraflar arasında harici satışın varlığı kabul edilerek, taşınmazın keşfen saptanan dava tarihindeki değeri üzerinden davalı lehine hapis hakkı tanınmak suretiyle el atmanın önlenmesi isteminin kabulüne karar verilmiştir.

Davacı vekilinin temyizi üzerine hüküm, Özel Dairece yukarıya metni aynen alınan ilamla bozulmuştur.

Yerel Mahkeme, taşınmaz satışının resmi şekilde tapu dairesinde yapılması gerektiği, harici satışın geçersiz olduğu, ancak haricen taşınmazı temlik eden kişinin aldığı satış bedelini karşı tarafa ödemedikçe haricen satın alan kişiden taşınmazı terk etmesini isteyemeyeceği, ne var ki dava konusu taşınmazın tasarruf tarihinde 900 TL olan satış bedelinin günün koşullarında, ekonomik değerinin, infaz ve tedavül kabiliyetinin olmadığı, geçersiz sözleşmelerde herkesin verdiğini geri alacağı, davalının tasarruf tarihi itibariyle verdiği 900 TL'nin o tarihte taşınmazın rayiç değeri olması nedeniyle, alması gereken miktarın da taşınmazın teslim tarihindeki rayiç değeri olması gerektiği gerekçesi ile önceki kararda direnmiştir.

Direnme kararını temyize davacı vekili getirmiştir.

Dosya içeriği ve toplanan delillerden; dava konusu 930 parsel sayılı taşınmazın davacı adına kayıtlı olduğu, davacı tarafından davalıya haricen satıldığı konusunda yerel mahkeme ve Özel Daire arasında uyuşmazlık bulunmadığından, davalı lehine hapis hakkı tanınmak suretiyle el atmanın önlenmesine karar verilmesinde kural olarak bir isabetsizlik yoktur.

Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık ise; çaplı taşınmazda harici satın alma olgusu nedeniyle davalı lehine tanınacak hapis hakkı tutarının hangi değer esas alınarak belirlenmesi gerektiği noktasında toplanmaktadır.

4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 706, 818 sayılı Borçlar Kanunu'nun 213.maddesi, ( yeni 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu m 237) ve 2644 sayılı Tapu Kanunu'nun 26.maddesi uyarınca taşınmaz mülkiyetinin devrini amaçlayan sözleşmelerin geçerli olması, resmi şekilde düzenlenmiş bulunmalarına bağlıdır. Taşınmazların harici satışı mülkiyetin nakli sonucunu doğurmayıp, geçersizdir. Bu nedenle geçerli sözleşmelerde olduğu gibi taraflarına hak ve borç doğurmaz.

Ancak ortada geçersiz bir sözleşme olsa bile taraflar birbirlerine verdiklerini geri alacaklardır. Taşınmaz maliki mülkiyet hakkına dayalı olarak el atmanın önlenmesini istediğinde satım sözleşmesi resmi şekilde yapılmadığı için taşınmazını geri alabilecektir. Ne var ki, 10.07.1940 tarih, 2/77 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı'nda da belirtildiği üzere “haricen yapılan (tapu memuru huzurunda yapılmayan) taşınmaz mal satışından dönüldüğünde, satış bedelini geri vermeyen taraf taşınmaz malın kendisine verilmesi için karşı tarafı zorlayamaz.” (6098 s.TBK m 97, mülga 818 s. BK m. 81). 10.04.1940 tarih, 2/77 sayılı YİBK uyarınca taşınmazı haricen satan, satıştan kaynaklanan aldığı parayı iade etmedikçe verdiğini geri isteyemeyeceği, harici satış senedinde gösterilen satış bedeli ile varsa zorunlu ve yararlı giderler üzerinden hapis hakkı tanınarak el atmanın önlenmesine karar verileceği kural olarak kabul edilmektedir.

Tapulu taşınmazın satışı, sözleşme resmi şekilde yapılmadığından geçersiz olsa da taşınmaz maliki satış parası adı altında bir bedel alıp kullanmış, karşılığında alıcı da iade anına kadar taşınmazdan yararlanmıştır. Ancak karşılıklı olarak verilenlerin iade edileceği gün, taşınmaz maliki taşınmazını değer kaybı olmaksızın geri alabilse de, bedel ödeyen aradan geçen uzun süre gözetildiğinde ödediği bedeli aynı alım gücünde alamayacaktır.

O halde üzerinde durulması gereken husus, hapis hakkı tanınırken iadesi gereken satış bedelinin miktarının ne şekilde hesaplanacağıdır.

Bilindiği üzere, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 993 ve 994.maddeleri geri vermekle yükümlü iyiniyetli zilyedin hak ve borçlarını düzenlemiştir. Geçersiz sözleşme nedeniyle taşınmazı geri vermekle yükümlü olan iyiniyetli zilyedin, taşınmazı geri vermekten kaçınma ya da hapis (alıkoyma) hakkı TMK'nun 994/1. maddesi ile tanınmış bir haktır. İyiniyetli zilyet, el atmanın önlenmesi (geri verme) davası sırasında def'i (savunma) yoluyla zorunlu ve yararlı giderler ile harici satış bedelinin ödenmesini ileri sürebileceği gibi, taşınmazın geri verilmesinden sonra da, taşınmazı geri verirken açıkça veya örtülü olarak vazgeçmemiş (feragat etmemiş) olduğu hallerde, faydalı ve zorunlu giderler ile satış bedelini sonradan ve ayrı bir dava ile de istemesine engel bulunmamaktadır.

Bunun yanı sıra geçersiz harici satış sözleşmesi nedeniyle yanlar verdiklerini sebepsiz zenginleşme (haksız iktisap) veya mülkiyet (İstihkak MK 618. md (TMK 683.md)) davasıyla geri isteyebilirler. TMK 994. maddesi sebepsiz zenginleşmeyi önleyen özel bir düzenleme olup, her iki davada da TMK 994-995 maddelerinin uygulanması gerekir.

Hukuken geçersiz sözleşmeden kaynaklanan bu uyuşmazlığın haksız iktisap kurallarına göre çözümlenip tasfiye edilebilmesi için öncelikle TMK 2/2 maddesinde düzenlenen hakkın kötüye kullanılması yasağı, sonrada sebepsiz zenginleşme (haksız iktisap) ilke ve esasları dikkate alınmalıdır.

Uyuşmazlığın çözümünde dikkate alınması gereken sebepsiz zenginleşme (haksız iktisap) ilke ve esaslarına da kısaca değinmekte yarar bulunmaktadır:

Sebepsiz zenginleşmenin (haksız iktisabın) temeli hakkaniyet esasına dayanmakta olup, sebepsiz zenginleşmenin asıl unsurunu da “denkleştirici adalet” ilkesi oluşturmaktadır.

Geçerli bir sebebe dayanmaksızın bir kişinin mal varlığından diğerinin mal varlığına kayan değerlerin eksiksiz iadesi denkleştirici adalet düşüncesine dayanır. Denkleştirici adalet ilkesi ise, haklı bir sebep olmaksızın başkasının mal varlığından istifade ederek kendi mal varlığını artıran kişinin elde ettiği bu kazanımı geri vermek zorunda olduğunu ve gerçek bir eski hale getirme yükümlülüğü bulunduğunu ifade eder.

TMK'nun 2/2. maddesinde düzenlenen hakkın kötüye kullanılması yasağı kuralı, hakime özel ve istisnai hallerde (adalete uygun) hüküm verme olanağı sağlamaktadır. Yargı organları, çıkarlar dengesini ve adalet duygularını gözeterek toplumun gereksinimlerini karşılamakla yükümlüdür.

Ülkemizde yaşanan enflasyon ortamı nedeniyle, paranın değeri (alım gücü) aradan geçen uzun zamana bağlı olarak düşmektedir. Doğal olarak belli bir miktar paranın verildiği tarihteki alım gücü ile aynı miktar paranın iade günündeki alım gücü arasında fark edilir ölçüde azalma olmaktadır.

Geçersiz sözleşme gereğince, akdin düzenlendiği tarih itibariyle verilen paranın aynen iadesine karar verilmesi ise, enflasyonist etkilerin yoğun olarak yaşandığı ülkemizin ekonomik ortamında büyük adaletsizlikler doğurur. Bu da toplamsal barış ve huzuru engeller.

Öyle ise, hukuken geçersiz sözleşmeler, haksız iktisap kuralları uyarınca tasfiye edilirken, denkleştirici adalet kuralı ve hakkaniyet gözetilerek, sözleşme tarihinde satış bedeli olarak verilen paranın, taşınmazın iadesinin talep edildiği dava tarihi itibariyle enflasyon, tüketici eşya fiyat endeksi, altın ve döviz kurlarındaki artışlar, memur maaşları ve işçi ücretlerindeki artışlar gibi çeşitli ekonomik etkenlerin ortalamaları alınmak sureti ile ulaşacağı alım gücü, paranın reel değeri tespit edilerek bu bedel, hapis hakkı (alıkoyma) bedelinin tayininde hükme esas alınmalıdır.

Bu ilkeler Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 07.02.2001 gün, 2000/13-1729 esas, 2001/32 karar sayılı ve 11.06.2003 gün, 2003/13-414 esas, 2003/410 karar sayılı ilamlarında da benimsenmiştir.

Hukuk Genel Kurulu görüşmeleri sırasında bir kısım üyeler tarafından bozma ilamında değinildiği üzere, hapis hakkı tanınacak tutarın, haricen satın alma bedeli olması gerektiği görüşü ileri sürülmüşse de, yukarda açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğu tarafından bu görüş benimsenmemiştir.

Öte yandan, taraflar arasında başlangıçtan beri geçerli bir sözleşme bulunmadığına göre, iade anında hapis hakkı tutarının tayininde taşınmazın rayiç değerinin ödenmesi de düşünülemez.

Somut olayda davalı savunmasında, belirlenecek rayiç bedel ile zorunlu ve yararlı giderlerin ödetilmesini istemiş olmakla, “çoğun içerisinde az da vardır” kuralı gereğince ödediği bedelin iadesini de denkleştirici adalet ilkesi uyarınca talep ettiği kabul edilerek, sözleşme tarihinde ödenen satış bedelinin yukarıdaki ölçütler gözetilerek dava tarihi itibariyle ulaşacağı alım gücü belirlenerek; güncellenmiş bu bedel üzerinden hapis (alıkoyma) hakkı tanınarak el atmanın önlenmesine karar verilmesi gerekir.

Açıklanan bu değişik gerekçe ile usul ve yasaya aykırı olan direnme kararı bozulmalıdır.

Sonuç: Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının yukarda açıklanan değişik gerekçelerle 6217 sayılı Kanunun 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'na eklenen "Geçici madde 3" atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, 01.10.2014 gününde oyçokluğu ile karar verildi.

KARŞI OY:

Davacı, dava dilekçesinde özetle; Hatay, Merkez Sofular köyü 930 parsel sayılı taşınmazın kendisine ait olduğunu, bir süre önce davalıdan borç para aldığını, bu kişiye sözlü ipotek ettiğini, alınan borç paranın ödendiğini, ne var ki, davalının 10 yılı aşkın süreden beri çaplı taşınmazı işgale devam ettiğini, mahsulleri aldığını ileri sürerek davalının haksız elatmasının önlenmesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı taraf dava konusu taşınmazı 1987 yılında F. T. isimli kişiden haricen satın aldığını, bedelini ödediğini, taşınmazın kendisine teslim edildiğini, aslında satıcı kayıt maliki F.'nın davalı İ.'ın erkek kardeşi H.'ın eşi olduğunu, taşınmazı imar ve ihya ettiğini bu yere zeytin, incir ve badem ağaçları dikerek yetiştirdiğini, taşınmazın rayiç değeri ile oluşturulan yararlı değerler üzerinden hapis hakkı tanınmasını ve davanın reddine karar verilmesini savunmuştur.

Yerel mahkemece tapulu taşınmazın haricen satışının geçerli olmadığından çap kaydına dayalı elatmanın önlenmesi davasının kabulüne, davalının 930 parsel sayılı taşınmaza haksız elatmasının önlenmesine, taşınmazın dava tarihindeki değeri olan 33765 TL. nin davacı tarafından davalıya ödeninceye kadar taşınmaz üzerinde davalı yararına hapis hakkı tanınmasına karar verilmiştir.

Hüküm, Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 19.09.2012 gün ve 5632-9656 esas ve karar sayılı kararı ile netice olarak 10.7.1940 tarih ve 2/77 sayılı Yargıtay İnançları Birleştirme kararı uyarınca harici satış bedeli üzerinden hapis hakkı tanınmak gerekirken, taşınmazın keşif tarihinde belirlenen değeri üzerinden hapis hakkı tanınmasının doğru olmadığı gerekçeleriyle mahalli mahkeme kararı oyçokluğuyla bozulmuştur. Karşı oy yazısı kapsamı ise netice olarak rayiç bedel ve zorunlu yararlı masraflar dikkate alınarak çoğun içinde az da var kuralından hareketle denkleştirici adalete göre bedelin iadesi gerektiğini bahsetmişlerdir.

Mahalli mahkemece 21.3.2013 günü önceki kararda direnilmesine kararı verilmiştir. Hüküm davacı vekili tarafından dilekçesinde yazılı sebeplerle bozma istekli olarak temyiz edilmiştir.

Hemen belirtmek gerekir ki, gerek yerel mahkemenin ilk kararında ve gerekçe Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin bozma ilamı kapsamında belirtildiği üzere 4721 sayılı TMK.nun 706, 818 sayılı BK.nun 213 ve Tapu Kanununun 26. maddesi hükmü uyarınca tapulu taşınmazların haricen satışı geçerli değildir.

Dava konusu 930 parsel sayılı taşınmaz çaplı olarak 6.7.1979 tarihinde F. M. adına tescil edilmiştir. Davalının haricen satın aldığını iddia ettiği tarih 1987'dir. Öyleyse yasanın aradığı istisnalar dışında çaplı taşınmazın haricen satışı olanaklı değildir. Bunu satıcının da, alıcının da bilmesi gerekir. Bundan ayrı, 1940 tarih ve 2/77 sayılı Yargıtay İnançları Birleştirme kararı uyarınca bu tür haricen yapılan temliklerde taşınmazı elinde bulunduran kişi o taşınmazdan niteliğine göre yararlanmaktadır. Bir başka anlatımla kayıt malikine ecrimisil ya da kira bedeli ödememektedir. Taşınmazın tapudaki niteliği ise zeytinliktir. Nitekim, davalı tarafta bu yere zeytin, incir, badem gibi ağaç diktiğini savunmuştur. Hiç kuşkusuz zeytinlik niteliğindeki taşınmazdan zeytin mahsulünü toplayarak yararlandığının kabulü gerekir.

Emsal karar olarak sunulan Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 29.9.2010 tarih 2010/14-386 esas 427 karar sayılı kararında “…9.4.1991 günlü satış vaadi sözleşmesine konu olan taşınmazın 1998/164 esasta kayıtlı itiraz davasına konu olduğu ve satış vaad olunan kısmın yargılama sonucunda Hazineye ait olduğu anlaşıldığından satış vaadi sözleşmesinin geçerli olmadığı ve zamanaşımı süresinin dolduğu anlaşılmakla mahkemece davacının ödediği bedelin dava tarihindeki güncel karşılığını isteyebileceği gerekçesiyle tazminata yönelik talebin kabulü ile 7353,38 YTL'nin yasal faiziyle alınarak davacıya verilmesine karar verilmiş ise de, Yargıtay 14. HD.nin 7.7.2009 gün 2009/5636-8526 esas ve karar sayılı kararında yazılı olduğu üzere “satış vaadi sözleşmesinin geçersiz olduğu ve davacının ancak verdiğini geri isteyebileceğinden satış vaadi sözleşmesinde yazılı bedelin dava tarihindeki güncel değerinin tazminine karar verilmesinin doğru olmadığı” gerekçesiyle bozulmuştur. HGK.unca direnme üzerine davacının 9.4.1991 tarihinde ödediği 10500 YTL için mahkemece başlangıçtan itibaren geçersiz satışlarda uygulanması gereken denkleştirici adalet ilkesine göre endeks, döviz ve altın artış oranları esas alınarak hükmedilen 7353,38 TL.nin davacının gerçek zararını karşılamadığından belirtilen ilkeler gözönünde bulundurularak özel daire bozma kararına uyulması gerektiğinden bahisle direnme kararı oyçokluğuyla bozulmuştur.

Görüldüğü üzere söz konusu HGK.na konu olan işlem; satış vaadi sözleşmesinin düzenlendiği tarihte satış vaadinde bulunan kişinin mülkiyetinde bulunan bir taşınmaz söz konusu değildir. Eş anlatımla satış vaadi sözleşmesine konu taşınmazın mülkiyeti kadastro mahkemesinde ihtilaflıdır. Dolayısıyla geçersiz bir sözleşme söz konusudur. Bu nedenlerle HGK.nun bu kararı eldeki somut olaya uygun düşmemektedir.

Yine emsal olarak alınan HGK.nun 11.6.2003 gün 2003/13-414-410 esas ve karar sayılı kararında ise; “dava konusu 296 ada 23 parsel sayılı taşınmazın davacı tarafından davalı Vakıflar Genel Müdürlüğünden 15.8.1969 tarihinde usulüne uygun olarak satın alındığını, bu mülkiyet hakkının 27.10.2000 tarihine kadar sürdürüldüğünü ancak öteki davalı Hazinenin açmış olduğu iptal ve tescil davası sonucunda tapu kaydının iptal edildiğini bu nedenle taşınmazın rayiç değerine hükmedilmesi istenilmiştir. Söz konusu HGK.na ait bu kararın eldeki dava ile herhangi bir ilgisi yoktur. Emsal olarak da alınması olanaklı değildir.

Somut olaya gelince; yukarıda açıklandığı üzere çaplı taşınmazın haricen satışı geçersizdir. Bu işlemin geçersiz olduğu davalının haricen aldığını iddia ettiği tarihte dahi taraflarca bilinmektedir. Buna rağmen dava tarihine kadar davacı harici satış bedelini kullanmış, davalı tarafta taşınmazdan çeşitli tarımsal faaliyette bulunarak yararlanmıştır. Dolayısıyla Yargıtay 1. HD.nin oyçokluğuyla vermiş olduğu karar 10.7.1940 tarih ve 2/77 sayılı Yargıtay İnançları Birleştirme kararına uygundur. Söz konusu tevhidi içtihat yürürlüktedir. Emsal olarak verilen ve bildirilen HGK kararlarının somut olayları doğrudan veya dolaylı olarak herhangi bir ilgisi yoktur. Bugün HGK.da bu dosya için oyçokluğuyla alınan karar belirtilen tevhidi içtihada aykırıdır. İçtihatlar arasında aykırılık oluşmuştur. Kaldı ki, Yargıtay 1. HD. bu tür olaylarda sözü edilen tevhidi içtihadın kabul edildiği 10.7.1940 tarihinden iş bu direnmeye konu olan karar tarihine kadar 72 yıl süreyle hiç sapma göstermeksizin tevhidi içtihat kapsamını uygularken ve özellikle Türkiye'de enflasyonun yüzde yüzleri bulduğu 1977 ile 2000 yılları arasında anılan Dairenin sayın başkan ve üyeleri şimdi ortaya çıkan görüş nedeniyle herhangi bir karar değişikliği yapmadıkları halde; bugün enflasyonun yüzde onların altına indiği bir dönemde böyle bir karar verilmesi kanaatimce TMK.nun 705, BK.nun 213, TK.nun 26 ve Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulunun 10.7.1940 tarih ve 2/77 sayılı tevhidi içtihatı kapsamına kesinlikle aykırı olduğunu düşündüğümden sayın çoğunluk tarafından benimsenen karar ve gerekçelerine katılmam mümkün olmamıştır. Belirttiğim sebeplerle direnme kararının bozulması kanaatindeyim. 

EŞYA HUKUKU 2016 VİZE SINAVI OLAY I YARGITAY KARARI TAM METNİ

T.C YARGITAY
17.Hukuk Dairesi
Esas: 2015 / 2203
Karar: 2015 / 4344
Karar Tarihi: 17.03.2015
ÖZET: Davacı T. aleyhine açılan A. 1. Aile Mahkemesinin .. sayılı dosyasındaki katkı payı alacağı davalılarının sonucu beklenerek davacının alacaklı olduğu belirlendiği takdirde, eldeki davadaki senetlerin ve bu senetlere dayalı olarak yapılan A. 2. İcra Müdürlüğünün 2011/2535 sayılı takip dosyasında TBKnın 19. madde gereğince danışıklı işlemin var olup olmadığı konusunda toplanan delillere göre karar vermesi gerekirken eksik incelemeye dayalı hüküm tesisi isabetli görülmediğinden yerel Mahkemece verilen 10.10.2012 tarihli kararın bozulması gerekmiştir.(2004 S. K. m. 277) (6098 S. K. m. 19)
 Dava ve Karar: Davacı T.Ş. ile davalılar M.Ş. ve B.Y. aralarındaki dava hakkında Alanya 4. Asliye Hukuk Mahkemesinden verilen 10.10.2012 gün ve 2011/606 Esas 2012/811 Karar sayılı hüküm Dairemizin 18.3.2014 gün, 2013/2801 Esas ve 2014/3752 sayılı Kararı ile ONANMASINA karar verilmişti. Süresi içinde davalı B.Y. vekili tarafından kararın düzeltilmesi istenilmiş olmakla, dosya incelendi, gereği düşünüldü:
 Davacı T. vekili davalı M.a karşı açılan evlilik birliğinde edinilen mallardan dolayı katılma alacağı davasının devam ettiğini ancak davalı M.ın mallarını kaçırmak için diğer davalıya gerçek olmayan bir şekilde iki bono vermek suretiyle borçlanıp aleyhine takip yaptırdığını ileri sürerek davalılar arasındaki takibin iptale ve takipten dolayı konulan hacizlerin kaldırılmasını talep etmiştir.

Davalı B. vekili davanın reddini savunmuştur.
Diğer davalı M. usulüne uygun davetiye tebliğine rağmen duruşmalara gelmemiş ve davaya cevap vermemiştir.
Mahkemece, bonoların yakın arkadaş olan davalılar arasında muvazaalı olarak düzenlenmiş olduğu gerekçesi ile davanın kabulüne karar verilmiş hüküm davalı B. vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Dosya içeriğine, kararın dayandığı delillerle yasaya uygun gerektirici nedenlere, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına ve kararda yazılı diğer gerekçelere göre davalı B. vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile usul ve yasaya uygun bulunan hükmün ONANMASINA karar verilmiş; davalı B.Y. vekili tarafından kararın düzeltilmesi istenilmiş olmakla dosya incelendi, gereği düşünüldü.
Dava dilekçesindeki ileri sürüşe ve yargılama sırasındaki sözlü ve yazılı açıklamalara göre dava niteliği itibarıyla TBK 19.maddesinde tanımını bulan muvazaa hukuksal nedenine dayalı iptal davasıdır. Yüzeysel bakıldığında iptal davaları ile muvazaa davaları arasında bir benzerlik görülmekte ise de bu benzerlik her iki davanın güttüğü amaçtan öte gitmemektedir. İİK 277. maddesinde sözü edilen iptal davaları borçlu tarafından geçerli olarak yapılmış bazı tasarrufların hükümsüz kılınması için açılır. Oysa muvazaa davası borçlunun yaptığı tasarrufi işlemlerin gerçekte hiç yapılmamış olduğunu tesbit ettirmeyi amaçlar. Kural olarak muvazaa nedeniyle hakları ihlal olunan ve zarar gören 3. kişiler tek taraflı veya çok taraflı hukuki işlemlerin geçersizliğini ileri sürebilirler. 3. kişinin danışıklı işlem ile hakkının zarar gördüğünün benimsenilmesi için onun danışıklı işlemde bulunandan bir alacağının var olması ve bu alacağın ödenmesinin önlemek amacıyla danışıklı bir işlem yapılması gerekir. Davacının bu davadaki amacı alacağını tahsil edebilmek için muvazaa nedeniyle temelde geçersiz olan işlemin hükümsüzlüğünü sağlamaktır. Muvazaaya dayalı davalarda davacının icra takibine geçmesi ve aciz belgesi almasına gerek yoktur. Çünkü yukarıda açıklandığı gibi İİK 277 ve izleyen maddelerinde iptal davasına konu tasarruflar özünde geçerli olmasına rağmen kanunun icra hukuku yönünden iptaline imkan verdiği tasarruflardır. Muvazaaya dayalı iptal davasında ise davacı muvazaalı işlemle kendisinin zararlandırıldığını ileri sürmektedir. İİK 277 ve izleyen maddelerinde düzenlenen iptal davası açma hakkı davacının genel hükümlere, muvazaaya dayanarak dava açmasına engel değildir. Davacının iddiasını kanıtlaması halinde istemin alacağın tahsiline yönelik bulunduğu da gözetilerek İİK 283/1 maddesi kıyasen uygulanarak davacının alacak ve ferileriyle sınırlı olarak iptal ve tescile gerek olmaksızın davacıya haciz ve satış isteyebilmesi yönünden hüküm kurulması gerekecektir.

Somut olayda davacı vekili, davalı M.ın aleyhine açılan katkı payı davası sonucu hükmedilmesi muhtemel alacağın tahsilini imkansız hale getirmek amacıyla muvazaalı senet düzenlendiğini ve davalı 3. kişi B.ın da muvazaalı senede istinaden M. hakkında icra takibi yaptığını belirterek davalılar arasındaki muvazaalı senet ve bu senede dayalı olarak yapılan icra takibinin iptalini talep ettiği; mahkemece de, takibin yakın arkadaş olan davalılar arasında muvazaalı olarak düzenlenmiş olduğu gerekçesi ile davanın kabulüne karar verildiği anlaşılmaktadır. Mahkemece öncelikle davacı T. tarafından davalı M. aleyhine açılan Alanya 1. Aile Mahkemesinin 2012/59 Esas (Eski Alanya 4. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2011/314 Esas sayılı dava dosyası) sayılı katkı payı alacağı davası ile davalı M. tarafından davacı T. aleyhine açılan Alanya 1. Aile Mahkemesinin 2013/535 sayılı dosyasındaki katkı payı alacağı davalılarının sonucu beklenerek davacının alacaklı olduğu belirlendiği takdirde, eldeki davadaki senetlerin ve bu senetlere dayalı olarak yapılan Alanya 2. İcra Müdürlüğünün 2011/2535 sayılı takip dosyasında TBKnın 19. madde gereğince danışıklı işlemin var olup olmadığı konusunda toplanan delillere göre karar vermesi gerekirken eksik incelemeye dayalı hüküm tesisi isabetli görülmediğinden yerel Mahkemece verilen 10.10.2012 tarihli kararın bozulması gerekmiştir.

Sonuç: Yukarıda açıklanan nedenlerle davalı B.Y. verilinin karar düzeltme isteminin kabulü ile Dairemizin 18.3.2014 gün, 2013/2801 Esas 2014/3752 karar sayılı onama ilamının kaldırılarak 10.10.2012 tarih 2011/606 Esas 2012/811 Karar sayılı yerel Mahkeme kararının BOZULMASINA, temyiz ve karar düzeltme peşin harçlarının davalı B.Y.na geri verilmesine, 17.03.2015 tarihinde oybirliği ile, karar verildi.