27 Mart 2016 Pazar

T.C YARGITAY Hukuk Genel Kurulu Esas: 2013 / 17-1199 Karar: 2014 / 1018 Karar Tarihi: 10.12.2014
ÖZET: Trafik sigortacısının ZMSS Poliçesi Genel Şartları B.4 maddesi uyarınca sigorta ettirene rücu hakkının doğumu için trafik sigortası poliçesi kapsamında yapılan ödemenin meydana geldiği kazanın salt alkolün etkisi altında oluşması ve bu durumun uzman bilirkişilerden oluşan heyet tarafından verilen rapor ile saptanması gerekmektedir. Açıkça görüleceği üzere ve yukarıda değinildiği gibi kaza, tek başına davacı şirket sigortalısı araç sürücüsünün alkollü olmasının etkisiyle meydana gelmemiştir. Olaya bunun yanında yoldaki asfalt çalışması, çamur ve çukurların etkisinin olduğu da anlaşılmaktadır.(2918 S. K. m. 48, 85, 91, 93, 111) (6762 S. K. m. 1281) (Karayolları Trafik Yönetmeliği m. 97) (YHGK 23.10.2002 T. 2002/11-768 E. 2002/840 K.) (YHGK 14.12.2005 T. 2005/11-624 E. 2005/713 K.)

Dava: Taraflar arasındaki rücuan tazminat davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Bandırma 2. Asliye Hukuk Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 21.12.2010 gün ve 2010/140 esas, 2010/391 karar sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 17. Hukuk Dairesinin 27.03.2012 gün ve 2011/4944 esas, 2012/3733 karar sayılı ilamı ile;

(... Davacı vekili, mülkiyeti davalıya ait araçta yolcu olan ve dava dışı sürücünün alkollü olarak yaptığı tek taraflı kazada ölen K. M.'nin mirasçısına davacının, aracın zorunlu mali sorumluluk sigortacısı olarak 31.959 TL. destek tazminatı ödediğini, sürücünün alkollü olması nedeni ile davacının rücu hakkı bulunduğunu açıklayıp, 31.959 TL.'nin ödeme tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı vekili, davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece, iddia, savunma ve toplanan kanıtlara göre; davanın kabulü ile, 31.959 TL alacağın 18.05.2006 tarihinden itibaren işleyecek kanuni faizi ile birlikte davalı taraftan alınarak davacı tarafa verilmesine karar verilmiş; hüküm, davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

1- Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle gerektirici sebeplere göre, davalı vekilinin aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazlarının reddine karar vermek gerekmiştir.

2- Dava, trafik kazasından kaynaklanan rücuan destekten yoksun kalma tazminatı istemine ilişkindir. 2918 sayılı KTK.nun 48. maddesinde; alkollü içki alması nedeniyle güvenli sürme yeteneklerini kaybetmiş kişilerin karayolunda araç sürmelerinin yasak olduğu ifade edilmiştir.

Karayolları Trafik Yönetmeliğinin Uyuşturucu ve Keyif Verici Maddeler ile İçkilerin Etkisinde Araç Sürme Yasağı başlıklı 97. Maddesinde alkollü içki almış olması nedeniyle güvenli sürme yeteneğini kaybetmiş kişilerin karayolunda araç sürmelerinin yasak olduğu açıklandıktan sonra konu ile ilgili olan b-2 bendinde alkollü içki almış olarak kandaki alkol miktarına göre araç sürme yasağı kenar başlığı altında; alkollü içki almış olarak araç kullandığı tesbit edilen diğer araç sürücülerinden kandaki alkol miktarı 0.50 promil üstünde olanların araç kullanamayacakları açıklanmıştır.

Ayrıca Zorunlu Mali Mesuliyet Sorumluluk Genel Şartlarının B.4.d maddesinde; tazminatı gerektirin olay işletenin veya eylemlerinden sorumlu olduğu kişilerin veya motorlu aracın hatır için karşılıksız olarak kendilerine verilen kişilerin uyuşturucu veya keyif verici maddeler almış olarak aracı sevk ve idare etmeleri esnasında meydana gelmiş veya olay yukarıda sayılan kişilerin alkollü içki almış olmaları nedeniyle aracı güvenli sürme yeteneklerini kaybetmiş bulunmalarından ileri geliyorsa sigortacının sigorta ettirene rücu hakkı olduğu açıklanmıştır.

Bununla birlikte Zorunlu Mali Sorumluluk Sigortası Genel Şartlarının B.4.d maddesinin dayanağını teşkil eden KTK'nun 48. maddesinin yasaklamayı düzenleyen ilk fıkrasında, alkollü içki almış olması nedeniyle güvenli araç sürme yeteneklerini kaybetmiş kişilerin karayolunda araç sürmeleri yasaklanmış olup, aynı maddenin 2. fıkrasındaki yönetmelik düzenlenmesine olanak tanıyan hükümde, yasaklama yetkisi yönetmeliğe bırakılmış olmadığından, Karayolları Trafik Yönetmeliğinin 97. maddesinde, yukarıda anılan yasa hükmü tekrarlandıktan ve mütakip, uyuşturucu veya keyif verici maddeler ile alkollü içkilerin oranlarının ne şekilde saptanacağı belirlendikten sonra, yasada yer alan hükmü dikkate almadan salt 0.50 promilin üstünde alınan alkol miktarına göre araç kullanma yasağı getirilmesinin yasal dayanağı bulunmadığından geçersiz bulunmaktadır. Geçersiz yönetmelik hükümlerinin yasaya aykırı bir şekilde genel şart olarak kabulü de mümkün değildir.

O halde, hasarın teminat dışı kalabilmesi için kazanın meydana geliş şekli itibariyle sürücünün salt (münhasıran) alkolün etkisi altında kaza yapmış olması gerekmektedir. Diğer bir anlatımla sürücünün alkollü olması tek başına hasarın teminat dışı kalmasını gerektirmez. Üstelik, böyle bir durumda hasarın teminat dışı kaldığının ispat yükü TTK'nun 1281. Maddesi hükmü gereğince sigortacıya düşmektedir.

Yargıtay'ın yerleşik uygulamalarında; sürücünün aldığı alkolün oranının doğrudan doğruya sonuca etkisi bulunmadığından, mahkemece nöroloji uzmanı, hukukçu ve trafik konusunda uzman bilirkişilerden oluşan bilirkişi kurulu aracılığıyla olayın salt alkolün etkisiyle gerçekleşip gerçekleşmediğinin, alkol dışında başka unsurlarında olayın meydana gelmesinde rol oynayıp oynamadığının saptanması, sonuçta olayın tek başına alkolün etkisiyle meydana geldiğinin saptanması durumunda, oluşan hasarın poliçe teminatı dışında kalacağından davanın reddine aksi halinde kabulüne karar verilmesi gerekeceği ilkesi benimsenmektedir. (Bkz. YHGK 23.10.2002 gün ve 2002/11-768-840; YHGK 7.4.2004 gün ve 2004/11-257-212; YHGK 2.3.2005 gün ve 2005/11-81-18; YHGK 14.12.2005 gün 2005/11-624-713 sayılı ilamları).

Mahkemece verilen ilk hüküm, kazanın, salt (münhasıran) sürücünün alkollü olmasının etkisi altında meydana gelip gelmediği konusuna ilişkin olarak alınan raporların hüküm kurmaya yetersiz olduğu gerekçesiyle Dairemizin 25.1.2010 tarihli ilamı ile bozulmuş, mahkemece bozma ilamına uyularak 2 nöroloji ve 1 makine mühendisi olan bilirkişi heyetinden alınan raporda kazanın münhasıran sürücünün alkollü olmasının etkisi ile meydana gelmediği, kazanın oluşumunda yoldaki asfalt çalışması ile çukurların da etkisinin olduğunun bildirilmiş olmasına göre davanın reddi yerine aksi düşünce ile yazılı şekilde kabulüne karar verilmesi isabetli değildir...),

Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Karar: Dava, trafik kazasından kaynaklanan rücuan destekten yoksun kalma tazminatı istemine ilişkindir.

Yerel mahkemece, davanın kabulüne dair verilen karar davalı vekilinin temyizi üzerine, Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde yazılı gerekçeyle bozulmuş; mahkemece önceki kararda direnilmiştir. Direnme kararını, davalı vekili temyize getirmiştir.

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; dosya kapsamına göre, trafik kazasının salt (münhasıran) alkolün etkisiyle meydana geldiğinin kabulü ile davanın reddinin gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.

Uyuşmazlığın çözümüne yönelik olarak, öncelikle konuya ilişkin yasal mevzuatın incelenmesinde yarar bulunmaktadır:

Bilindiği üzere, haksız eylem sonucu zarar gören kişilerin korunmalarını sağlamak için mevzuatımızda çeşitli alanlarda yaptırılması zorunlu sigorta türlerine yer verilmiştir.

Özel sigorta hukuku alanında sigorta sözleşmesi yapma zorunluluğunun amacı, bazı meslek ve faaliyetler sonucu ortaya çıkabilecek mal veya can zararlarının ödenmesini sağlayarak, toplumda bu çeşit risklere maruz kalan kişileri korumaktır (Yaşar Karayalçın, Özel Sigorta Hukuku Açısından Ölüm ve Cismani Zarar Riskleri, Ankara 1993, s. 127).

Bu amaçla mevzuatımızda kabul edilen zorunlu sigorta türleri: Zorunlu Mali Sorumluluk (Trafik) Sigortası, Zorunlu Karayolu Yolcu Taşımacılık Mali Sorumluluk Sigortası, Karayolu Yolcu Taşımacılığı Zorunlu Koltuk Ferdi Kaza Sigortası, Tüpgaz Zorunlu Mali Sorumluluk Sigortası ve Tehlikeli Maddeler Zorunlu Mali Sorumluluk Sigortası'dır.

Bu kapsamda motorlu taşıt işletenin sorumluluğu bir tehlike sorumluluğu olup, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu (KTK)'nun 85. maddesinde düzenlenmiştir.

KTK'nun 85. maddesinin 17.10.1996 tarih ve 4199 sayılı Kanun ile yapılan değişikliğinde işletenin sorumluluğu ağırlaştırılırken, aynı Kanunu'nun 91. maddesi ile Zorunlu Mali Sorumluluk (Trafik) Sigortası yaptırma zorunluluğu da getirilmiştir.

ZMSS ile ilgili hükümler KTK'nun 91 ila 111. maddelerinde ve aynı Kanunun 93. maddesi hükmü uyarınca çıkarılan Zorunlu Mali Sorumluluk Sigortası Genel Şartlarında ayrıntılı olarak düzenlenmiştir.

KTK'nun 91. maddesine göre: İşletenlerin, bu Kanunun 85. maddesinin birinci fıkrasına göre olan sorumluluklarının karşılanmasını sağlamak üzere mali sorumluluk sigortası yaptırmaları zorunludur.

Aynı Kanunun 85. maddesinin 1. fıkrasına göre de, Bir motorlu aracın işletilmesi bir kimsenin ölümüne veya yaralanmasına yahut bir şeyin zarara uğramasına sebep olursa, motorlu aracın bir teşebbüs unvanı veya işletme adı altında veya bu teşebbüs tarafından kesilen biletle işletilmesi halinde, motorlu aracın işleteni ve bağlı olduğu teşebbüs sahibi doğan zarardan müştereken ve müteselsilen sorumlu olurlar.

Buna göre, motorlu bir aracın karayollarında işletilmesi sırasında, bir kimsenin ölümüne veya yaralanmasına veya bir şeyin zarara uğramasına neden olması halinde o aracı işletenin zarara uğrayan üçüncü kişilere karşı olan sorumluluğunu belli limitler dahilinde karşılamayı amaçlayan ve yasaca yapılması zorunlu kılınan sorumluluk sigortası türüne Zorunlu Mali Sorumluluk Sigortası (ZMSS) adı verilmektedir (Işıl Ulaş, Uygulamalı Sigorta Hukuku Mal ve Sorumluluk Sigortaları, Ekim 2002, 3. Baskı, s. 624).

Bu sigortanın amacı, trafik kazaları nedeniyle üçüncü kişilerin uğrayacakları zararların kolayca temin edilmesi ile zarardan sorumlu olan işletenin kaza riskine karşı ekonomik bakımdan korunmasıdır (Hasan Tahsin Gökcan/Seydi Kaymaz, KTK'na Göre Hukuki Sorumluluk, Tazminat-Sigorta Rücu Davaları ve Trafik Suç ve Kabahatleri, 2009, 6. Baskı, s. 391).

Trafik sigortası olarak da adlandırılan, Zorunlu Mali Sorumluluk Sigortası, KTK'nun 91. maddesinde belirtildiği üzere işletenin üçüncü kişilere verdiği zararları karşılamak amacıyla oluşturulmuş bir zarar sigortası türüdür; Kanunun 91/1. ve 85/1. maddeleri uyarınca, Zorunlu Mali Sorumluluk Sigortasını yapan sigortacı işletenin sorumluluğunu üstlenmektedir.

Kanunun 85. maddesinin son fıkrasına göre, işleten, araç sürücüsünün veya aracın kullanılmasına katılan yardımcı kişilerin kusurundan kendi kusuru gibi sorumlu olduğundan, sigortacının sorumluluğunun zararın niteliği yönünden de işleten gibi değerlendirilmesi gerekmektedir.

Dava konusunu oluşturan trafik sigortasında sigortacının rücu hakkı KTK'nun 95. maddesinin 2. fıkrasında genel olarak düzenlemeye tabi tutulmuş bulunmaktadır.

Bu düzenlemeye göre, anılan maddenin ilk fıkrasında belirtilen ve sigortacının tazminat yükümlülüğünün azaltılması ve kaldırılmasına ilişkin haller, sigortacı tarafından üçüncü kişilere karşı ileri sürülemeyeceğinden, sigortacı zarar görene ödeme yaptıktan sonra, sigorta sözleşmesine ve bu sözleşmeye ilişkin kanun hükümlerine göre, tazminatın kaldırılmasını ve indirilmesini sağlayabileceği oranda kendi sigorta ettirenine rücu edebilecektir.

Anılan düzenleme; sözleşme ve yasa gereği sigorta ettirene karşı def'i hakkı bulunan sigortacının, bu hakka dayanarak kendi âkidine dönmesini sağlamaktadır.

2918 sayılı Kanunda hangi hallerin sigortacının tazminat yükümlülüğünün kaldırılması veya tazminat miktarının azaltılması sonucunu doğuran durumlar olduğu sayılmış değildir. Bu husus sözleşme hükümlerine bırakılmış bulunmaktadır.

Nitekim, ZMSS Poliçesi Genel Şartlarının B.4 maddesinde bu husus Zarar Görenlerin Haklarının Saklı Tutulması ve Sigortacının İşletene Rücu Hakkı başlığı altında ayrı bir düzenlemeye tabi tutulmuştur.

Buna göre;

a) Tazminatı gerektiren olay, işletenin veya eylemlerinden sorumlu olduğu kişilerin kasdi bir hareketi veya ağır kusuru sonucunda meydana gelmiş ise,

b) İşleten, yetkili makamlardan izin almaksızın düzenlenen bir yarış için Karayolları Trafik Kanunu uyarınca yapılması gereken özel bir sigortanın yapılmamış olduğunu biliyorsa veya gerekli özeni göstermesi halinde bilebilecek durumda ise,

c) Tazminatı gerektiren olay, aracın Karayolları Trafik Kanunu hükümlerine göre gereken ehliyetnameye sahip olmayan kimseler tarafından sevkedilmesi sonucunda meydana gelmiş ise,

d) Tazminatı gerektiren olay, işletenin veya eylemlerinden sorumlu olduğu kişilerin veya motorlu aracın hatır için karşılıksız olarak kendilerine verilen kişilerin uyuşturucu veya keyif verici maddeler almış olarak aracı sevk ve idare etmeleri esnasında meydana gelmiş veya olay, yukarıda sayılan kişilerin alkollü içki almış olmaları nedeniyle aracı güvenli sürme yeteneklerini kaybetmiş bulunmalarından ileri geliyorsa,

e) Tazminatı gerektiren olay, yolcu taşımaya ruhsatlı olmayan araçlarda yolcu taşınması veya yetkili makamlarca tesbit edilmiş olan istiab haddinden fazla yolcu veya yük taşınması veya patlayıcı, parlayıcı ve tehlikeli maddeleri taşıma ruhsatı bulunmayan araçlarda, bu maddelerin parlama, tutuşma ve infilakı yüzünden meydana gelmiş ise,

f) Sigorta ettirenin, rizikonun gerçekleşmesi halinde, B.1 maddesinde belirtilen (beş gün içinde ihbar, koruma ve kurtarma önlemleri alma, bilgi ve belgeleri gecikmeksizin verme, açılan davayı duyurma, başka sigorta sözleşmeleri varsa bunları bildirme) yükümlülüklerini yerine getirmemesinden dolayı zarar ve ziyan miktarında bir artış olursa,

g) Tazminatı gerektiren olayın aracın çalınması veya gaspedilmesi sonucunda olması halinde, çalınma veya gaspedilme olayında işletenin kendisinin veya eylemlerinden sorumlu olduğu kişilerin kusurlu olduğu tespit edilirse, sigortacı, sigortacısına (işletene) karşı dönme (rücu) hakkını kullanabilecektir.

Genel şartlardaki bu düzenleme tarzı, maddenin yazımından da açıkça anlaşıldığı üzere, sınırlayıcı değil, sayıcı nitelikte bir açıklama hükmü olarak getirilmiştir.

Eldeki rücu davası da, sigorta ettirenin sözleşmeye aykırı davranışının varlığı iddiasına dayalı olarak açılmış, akdi ilişkiye dayanılmıştır.

Bu nedenledir ki, taraflar arasındaki akdi ilişki irdelenmelidir:

Somut olayda davacı A.. A.. tarafından Karayolları Trafik Kanunu Zorunlu Mali Sorumluluk (Trafik) Sigorta poliçesiyle davalı G.. A..'a ait 10 NH 159 plakalı aracın KTK'nun 91. maddesine tevfikan 05.08.2005- 05.08.2006 tarihleri arası 365 gün süreyle sigorta kapsamına alındığı, akdi ilişkinin böylece kurulmuş olduğu poliçe kapsamından anlaşılmaktadır.

Eldeki davada, sigortalayanın sürücüsünün alkollü iken araç sürmesine dayanılmaktadır.

Uyuşmazlığın çözümünde mevzuatımızda yer alan ve alkollü olarak araç kullanımına ilişkin düzenlemeler üzerinde de durulmalıdır:

Bilindiği üzere KTK'nun 48. maddesinde; alkollü içki almış olması nedeniyle güvenli sürme yeteneklerini kaybetmiş kişilerin karayolunda araç sürmelerinin yasak olduğu ifade edilmiştir.

Karayolları Trafik Yönetmeliğinin Uyuşturucu ve Keyif Verici Maddeler ile İçkilerin Etkisinde Araç Sürme Yasağı başlıklı 97. maddesinde, alkollü içki almış olması nedeniyle güvenli sürme yeteneğini kaybetmiş kişilerin karayolunda araç sürmelerinin yasak olduğu açıklandıktan sonra, konu ile ilgili olan b-2 bendinde Alkollü içki almış olarak kandaki alkol miktarına göre araç sürme yasağı kenar başlığı altında; Alkollü içki almış olarak araç kullandığı tespit edilen diğer araç sürücülerinden kandaki alkol miktarı 0.50 promilin üstünde olanların araç kullanamayacakları açıklanmıştır.

Konuya ilişkin Karayolları Motorlu Taşıtlar Zorunlu Mali Sorumluluk (Trafik Sigortası) Genel Şartlarının B.4.d maddesinde ise tazminatı gerektiren olayın, işletenin veya eylemlerinden sorumlu olduğu kişilerin veya motorlu aracın hatır için karşılıksız olarak kendilerine verilen kişilerin alkollü içki almış olmaları nedeniyle aracı güvenli sürme yeteneklerini kaybetmiş bulunmalarından ileri geliyorsa ödemede bulunan sigortacının sigorta sözleşmesine ve bu sözleşmeye ilişkin kanun hükümlerine göre tazminatın kaldırılması veya azaltılmasını sağlayabileceği oranda sigorta ettirene rücu edebileceği açıklanmıştır.

Gerek KTK'nun 48. maddesinde gerekse taraflar arasındaki akdi ilişkinin koşullarını belirleyen Genel Şartlarda, alkollü araç kullanma halinde alınan alkolün güvenli araç sürme yeteneğini engellemesi halinde, sigortacıya kendi âkidine rücu hakkı tanınmıştır.

ZMSS poliçesi genel şartlarına göre riziko, işleten veya eylemlerinden sorumlu olduğu kişilerin veya motorlu aracın hatır için karşılıksız olarak kendilerine verilen kişilerin alkollü içki almış olmaları nedeniyle aracı güvenli sürme yeteneklerini kaybetmiş olmalarından ileri gelmiş ise, olaydan zarar görenlerin zararları limit çerçevesinde sigortacı tarafından karşılandıktan sonra kendi âkidi olan sigorta ettirene rücu edebilme hakkı tanınmış bulunmaktadır.

Maddenin açık düzenlemesi karşısında alkollü araç kullanma iddiasına dayalı rücu davası sigortacı tarafından kendi âkidi aleyhine açılmalıdır. Aksi halde davanın pasif dava ehliyeti bulunmadığı gerekçesi ile reddi gerekir. Poliçe Genel Şartlarının B.4 maddesinde ödemede bulunan sigortacı, sigorta sözleşmesine ve bu sözleşmeye ilişkin kanun hükümlerine göre, tazminatın kaldırılmasını sağlayabileceği oranda sigorta ettirene rücu edebilir hükmü mevcuttur. Şu halde sigortacı davayı ancak kendisiyle sözleşme yapan kişiye karşı açabilecektir.

Diğer bir anlatımla araç maliki olmakla birlikte sigorta ettiren olmayan kişi sözleşmenin tarafı olmadığından, âkdin tarafı olmayan araç malikine karşı Genel Şartların 4. maddesine dayanılarak rücuan tazminat davası açılabilmesi mümkün değildir.

Yukarıdaki açıklanan düzenlemelerden anlaşıldığı üzere; taraflar arasındaki Poliçenin Genel Şartlarına göre sigortacının rücu hakkının doğumu için kazanın salt (münhasıran) alkolün etkisiyle meydana gelmiş olması gerekmektedir; tek başına sürücünün alkollü olması sigortacıya rücu hakkı vermez. Aracı sürenin, alkolün tesiri altında olup, güvenli sürme yeteneğini kaybetmiş olması halinde, meydana gelen kazanın sürücünün alkollü oluşunun bir sonucu olması gerekir.

Başka bir anlatımla sürücü alkollü olsa da, olmasa da kaza meydana gelecektiyse bu durum sigortacının sigortalıya rücu edebilmesi için yeterli bir neden değildir.

Bu kapsamda alkollü araç kullanma sebebiyle oluşan bir rizikoda sigorta tazminatı ödeyen sigortacı kendi sigortalısına rücu ederken 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu (TTK)'nun 1281. madde uyarınca böyle bir durumun varlığını ispat ile yükümlüdür.

Yargıtay'ın yerleşik uygulamalarında; sürücünün aldığı alkol oranının her zaman doğrudan doğruya sonuca etkisi bulunmadığından, mahkemece nöroloji uzmanı, hukukçu ve trafik konusunda uzman bilirkişilerden oluşan bilirkişi kurulu aracılığıyla, olayın salt alkolün etkisiyle gerçekleşip gerçekleşmediğinin, alkol dışında başka unsurların da olayın meydana gelmesinde rol oynayıp oynamadığının saptanması, sonuçta olayın tek başına alkolün etkisi ile meydana geldiğinin saptanması durumunda, oluşan hasarın poliçe teminatı dışında kalacağının kabulü gerekeceği ilkesi benimsenmektedir (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 11.05.2011 gün ve 2011/17-182-294 esas, karar; 23.10.2002 gün ve 2002/11-768-840 esas, karar; 07.04.2004 gün ve 2004/11-257-212 esas, karar; 02.03.2005 gün ve 2005/11-81-118 esas, karar; 14.12.2005 gün ve 2005/11-624-713 esas, karar sayılı ilamları).

Tüm bu açıklamalar ışığında somut olay ele alındığında;

Dosya kapsamına göre, davacıya trafik sigortası poliçesi ile sigortalı 10 NY 159 plaka sayılı aracın dava dışı sürücü K.. A..'un alkollü olarak gece vakti çamurlu, çukurlu ve mucurlu zeminde dikkatsiz ve tedbirsiz biçimde seyretmesi sonucu aracın direksiyon hakimiyetini kaybederek takla atması sonucu olayın meydana geldiği anlaşılmaktadır.

İki adet nöroloji uzmanı ve makine mühendisi bilirkişi kurulundan oluşan heyet tarafından düzenlenen bilirkişi raporunda, 23.11.2005 tarihli Trafik Kazası Tespit Tutanağında yoldaki asfalt çalışması sebebiyle yolun mucurlu olduğu, davacı şirkete sigortalı 10 NH 159 plakalı aracın yol kenarındaki mucura kapıldığı belirtildiğinden ve ayrıca tutanakta yoldaki çamur ve çukurlardan da bahsedildiğinden, kazanın oluşumunda, sürücü K.. A..'un alkollü olmasının etkisi olduğu gibi, aynı zamanda yol şartlarının da etkisi olduğu, bu sebeple de kazanın salt (münhasıran) alkolün etkisi altında gerçekleşmediği kanaatine varıldığı bildirilmiştir.

Kazadan yaklaşık 1 saat 25 dakika sonra yapılan ölçüm sonucu araç sürücüsünün 0,70 oranında alkollü olduğu saptanmış ise de, yukarıda yapılan açıklamalar doğrultusunda sürücünün alkollü olması ve alkolün etkisi altında bu kazayı yapması yalnız başına hasarın teminat dışı kalmasını gerektirmez. Trafik sigortacısının ZMSS Poliçesi Genel Şartları B.4 maddesi uyarınca sigorta ettirene rücu hakkının doğumu için trafik sigortası poliçesi kapsamında yapılan ödemenin meydana geldiği kazanın salt alkolün etkisi altında oluşması ve bu durumun uzman bilirkişilerden oluşan heyet tarafından verilen rapor ile saptanması gerekmektedir.

Açıkça görüleceği üzere ve yukarıda değinildiği gibi kaza, tek başına davacı şirket sigortalısı araç sürücüsünün alkollü olmasının etkisiyle meydana gelmemiştir. Olaya bunun yanında yoldaki asfalt çalışması, çamur ve çukurların etkisinin olduğu da anlaşılmaktadır.

Görüşmeler sırasında bir kısım üyeler, kazanın tek taraflı olarak araç sürücüsünün kusurundan kaynaklanması, kaza sırasında sürücünün alkollü olması ve bilirkişiler tarafından yol şartlarına kusur verilmemesi nedenleriyle kazanın salt sürücünün alkollü olması nedeniyle meydana geldiğinin kabulü ile zararın teminat dışı kaldığını belirterek yerel mahkeme kararının onanması yönünde görüş beyan etmiş iseler de, Kurul çoğunluğu tarafından bu görüş kabul edilmemiştir.

Hal böyle olunca, açıklanan nedenlerle davanın reddine karar vermek gerekirken; olayın oluş şekline, dosya içeriğine ve Yargıtay'ın yerleşik uygulamalarına aykırı bir şekilde davanın kabulüne karar verilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

Sonuç: Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının yukarıda ve Özel Dairenin bozma kararının (2). bendinde gösterilen nedenlerden dolayı 6217 sayılı Kanunun 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'na eklenen Geçici madde 3 atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 429. maddesi gereğince bozulmasına, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, 10.12.2014 gününde oyçokluğu ile, karar verildi.

KARŞI OY:

Somut uyuşmazlıkta;

Davacının sigortacı, davalının da sigorta ettireni olduğu 10 NH 159 plakalı araç, dava dışı alkollü sürücü K.. A.. yönetiminde iken 23.11.2005 tarihinde gerçekleşen tek taraflı kazada araçta yolcu olarak bulunan K.M.'nin ölümü üzerine, desteğinden yoksun kalanlara davacı tarafından Zorunlu Mali Sorumluluk Sigorta Poliçesi kapsamında ödenen 31.959,00 TL'nin, Poliçe Genel Şartları'nın B.4.d maddesi gereğince davalıdan rücuen tahsili istemi ile eldeki dava açılmış,

Yerel mahkemece davanın kabulüne ilişkin verilen karar, davalı tarafın temyizi üzerine Yargıtay 17.H.D.'nin 27.03.2012 günlü kararı ile kazanın münhasıran sürücünün alkollü olmasının etkisi ile meydana gelmediği, kazanın oluşumunda yoldaki asfalt çalışması ile çukurların da etkisinin olduğu, davanın reddi gerektiği gerekçesi ile bozulmuş,

Yerel mahkemece bozulan kararda direnilmesi üzerine sayın çoğunluğun Özel Dairenin bozma gerekçesi doğrultusundaki görüşü ile direnme kararı bozulmuştur.

Sayın çoğunluğun bozma gerekçesine katılamıyoruz.

2918 Sayılı Karayolları Trafik Yasası'nın 95/2 maddesinde ödemede bulunan sigortacının, sigorta sözleşmesine ve bu sözleşmeye ilişkin kanun hükümlerine göre tazminatın kaldırılmasını veya azaltılmasını sağlayabileceği oranda sigorta ettirene başvurabileceği öngörülmüştür.

Uyuşmazlığın yasal dayanağı Zorunlu Mali Sorumluluk Sigortası Genel Şartlarının B.4.d maddesi olup, tazminatı gerektiren olayın sürücünün alkollü içki almış olması nedeniyle aracı güvenli sürme yeteneğini kaybetmiş olmasından ileri gelmesi durumunda sigortacının sigorta ettirene rücu edebileceği düzenlenmiştir.

Bu hükme paralel olarak riziko tarihinde yürürlükte bulunan 2918 sayılı yasanın 48/1 maddesi ile de uyuşturucu veya keyif verici maddeleri almış olanlar ile alkollü içki almış olması nedeniyle güvenli sürme yeteneklerini kaybetmiş kişilerin karayolunda araç sürmelerinin yasak olduğu vaz edilmiş,

5237 sayılı Türk Ceza Yasası'nın 179/3 maddesinde de alkol veya uyuşturucu madde etkisi ile ya da başka bir nedenle emniyetli bir şekilde araç sevk edemeyecek halde olmasına rağmen araç kullanan kişi için cezai yaptırım öngörülmüştür.

Görüldüğü üzere Özel Hukuk ve Ceza Hukuku yönünden ortak nokta sürücünün alkollü içki almış olması nedeni ile güvenli araç sürme yeteneğinin kaybı olup bu hal sürücünün aldığı alkol oranı ile doğrudan ilgilidir. Bu oran Adli Tıp Kurumu 5.İhtisas Kurulu ile Yargıtay 12.Ceza Dairesi'nin istikrarlı rapor ve kararlarında benimsendiği üzere 100 promil üzeridir.

Cezai sorumluluk açısından başka hiçbir şart (olayın münhasıran alkolden kaynaklanması) aranmayıp sürücünün 100 promil üzeri alkol almış olması yeterli görülmektedir. (Yargıtay 12 C.D 1.4.2014 gün 2013/14780 esas, 2014/8056 karar ve 12.02.2014 gün 2013/9249 esas, 2014/3374 karar sayı vd.)

Niteliği gereği sorumluluğun daraltıldığı ceza hukuku yönünden 100 promil üstü alkol oranının cezalandırma açısından yeterli olduğu gözetildiğinde, aynı oranın Özel Hukuk sorumluluğu yönünden de geçerli olması Ceza Mahkemesi ile Hukuk Mahkemesi arasındaki ilişkinin doğal bir sonucudur.

Bu halde sürücünün alkollü içki almış olması nedeni ile güvenli araç sürme yeteneğini kaybettiğinin kabulü ve sigortacının sigorta ettirene rücu edebilmesi için 100 promil üstü alkol alması yeterli olup ayrıca sayın çoğunluğun kabulünde olan olayın münhasıran sürücünün alkollü olmasından ileri gelmesinin aranmasına gerek bulunmamaktadır. Zira sayın çoğunluğun kabulünde olan bu husus ZMSS Genel Şartları B.4-d maddesi gerek 2918 sayılı yasanın 48/1 maddesi ve gerekse hiçbir yasal düzenlemede yer almamaktadır.

Bu itibarla davalının sorumluluğu için sürücünün alkol oranı ile ilgili alkollü içki almış olması nedeni ile güvenli araç sürme yeteneğinin kaybına ilişkin Poliçe Genel Şartları'nın B.4.d maddesi dışında ayrıca yasal hiçbir düzenlemede yer almayan olayın münhasıran sürücünün alkollü olmasından ileri gelmesi şartınıda arayan sayın çoğunluk görüşüne katılamıyoruz.

Somut olayda, Adli Tıp Kurumu 5.İhtisas Kurulu'nca dava dışı sürücünün olayda 0.91 promil alkollü olduğu bildirilmiş ise de gerçekte sürücü 115 promil alkollüdür.

Zira Adli Tıp Kurumu kaza saati olarak, trafik kaza tutanağında yazılı olan 02.30'u esas almış ise de, tanıklar K. A. ve İ. A. Bandırma'dan 24.00 sularında hareket ettiklerini bildirmelerine, Bandırma ile sürücünün köyü olan Erikli köyü arasındaki mesafenin 13 km. Civarında bulunmasına, kazanın ilçe ile köy arasında gerçekleşmiş olmasına, Ceza Mahkemesince de kazanın 01.00 sularında gerçekleştiğinin kabul edilmesine göre kaza saati 01.00 sularıdır. Sürücünün alkol oranının 70 promil olarak tespit edildiği 03.54 saati ile kaza saati olan 01.00 arasında geçen sürede Witmark formülüne göre kandaki alkol oranının saatte 15 promil azaldığı dikkate alındığında sürücünün olay esnasındaki alkol oranı 115 promildir.

Bu oran Adli Tıp Kurumu 5.İhtisas Kurulu ile Yargıtay 12.Ceza Dairesi'nin rapor ve istikrarlı karalarında benimsenen 100 promil üstünde olduğundan Özel Hukuk ilişkisi yönünden de Poliçe Genel Şartları'nın B.4.d maddesinde düzenlenen rücu şartı davacı sigortacı lehine gerçekleşmiştir.

Yerel Mahkemenin direnme kararı bu nedenle yerindedir.

Bir an için, sayın çoğunluğun kazanın münhasıran sürücünün alkollü olmasından ileri gelmesi şartının gerçekleşmesi gerektiği aransa bile çoğunluk görüşünün aksine kaza sürücünün münhasıran alkollü olmasından ileri gelmiştir.

Zira gerek bozmadan önce, gerek bozmadan sonra düzenlenen tüm bilirkişi raporlarında dava dışı sürücü %100 kusurlu kabul edilmiştir.

Yol kusuru nedeni ile sürücünün kusur oranından bir indirim yapılmadığı gibi herhangi bir kurum ve kuruluşa da bu nedenle kusur izafe edilmemiştir.

Dava dışı sürücü 2918 sayılı yasanın 52/b maddesine aykırı davranarak aracının hızını yol durumunun gerektirdiği şartlara uydurmadığından olayda tam kusurlu bulunmuştur.

Sürücünün 2918 sayılı yasanın 52/b maddesine aykırı davranması nedeni ile bir taraftan tam kusurlu kabul edilmesi diğer taraftan da sürücünün daha önceden durumunu bildiği aynı yol nedeni ile münhasırlık şartının gerçekleşmediğinin kabulü ile sürücünün sorumlu tutulmaması çelişki teşkil etmektedir.


Sonuç olarak 115 promil alkollü olan sürücü, güvenli sürme yeteneğini kaybetmesi nedeni ile olay gerçekleşmiş olup Poliçe Genel Şartları'nın B.4.d maddesi gereğince sigortacının sigorta ettirene rücu şartı gerçekleştiğinden yerel mahkemenin usul ve yasaya uygun direnme kararının Onanmasına karar verilmesi gerekirken, yasal dayanağı bulunmayan kazanın münhasıran alkolün etkisi ile gerçekleştiğine ilişkin şartın gerçekleşmediği gerekçesi ile yerel mahkemenin direnme kararının bozulmasına karar veren sayın çoğunluk görüşüne karşıyız. (¤¤)
T.C YARGITAY  Hukuk Genel Kurulu  Esas: 2013 / 7-1463  Karar: 2015 / 779  Karar Tarihi: 21.01.2015
ÖZET: Dava, kazandırıcı zamanaşımı zilyetliğine dayalı kadastro tespitine itiraza ilişkindir. Tapulama sırasında adına tespit yapılan davalı K.'ın payına gelince; tapulama tutanağında davalı K.'ın dava konusu taşınmazda 20 yılı aşkın zilyet olduğu belirtilmişse de, K.'ın davalı S. ile 2004 yılında evlendiği ve kadastro tespitinin 2007 yılında yapıldığı gözetildiğinde taşınmazdaki ½ payı ne şekilde edindiği ve zilyetliğinin evlenme tarihinden öncesinde başladığı hususunun kanıtlanamadığı gibi, evlenme tarihinden itibaren de tutanakta belirtilen 20 yıllık sürenin dolmadığı ve davalı K. lehine kazandırıcı zamanaşımı zilyetliği ile edinim koşullarının oluşmadığı anlaşılmaktadır. Öte yandan gerek senet başlıklı belge içeriğinden gerekse dinlenen tanık beyanlarından davacıların evlenene kadar dava konusu taşınmazdaki dairede ailesi ile birlikte yaşadığı, davacı C.'ın yurt dışına çalışmaya gittiği, evlendikten sonra eşinin bir buçuk yıl dava konusu taşınmazda kaldığı, daha sonra eşini yurt dışına götürdüğü, davacıların dava konusu taşınmazda halen bir kısım eşyalarının bulunduğu, senette anne H.'nin payını davacılara bağışlama iradesini ortaya koyduğu, zilyetliğini davacılar adına sürdürdüğü, 20.04.2003 yılında ölümü ile de bağış şartının gerçekleştiği ve davacılar lehine bu pay yönünden zilyetlikle edinim koşulları oluştuğundan taşınmazın davalı K. adına kayıtlı yarı payının iptali ile davacılar adına tesciline karar verilmelidir. O halde, dava konusu 94 parsel sayılı taşınmazın sadece davalı K.n adına kayıtlı ½ payının zilyetlikle edinim koşullarının davacılar lehine oluştuğunun kabulü ile bu pay yönünden davanın kabulüne karar verilmeli; davalı S. payı yönünden ise dava reddedilmelidir.(4721 S. K. m. 713)
Dava: Taraflar arasındaki kadastro tespitine itiraz davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Beyşehir Kadastro Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 07.12.2011 tarih, 2008/95 E. 2011/24 K. sayılı kararın incelenmesi davalılar vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 7. Hukuk Dairesinin 02.11.2012 tarih, 2012/1344 E. 2012/7498 K. sayılı ilamı ile;
(... Kadastro sırasında dava konusu 139 ada 94 parsel sayılı 553,32 m² yüzölçümündeki taşınmaz kazandırıcı zamanaşımı zilyetliğine dayanılarak 1/2 hisse ile davalılar S. Ç. ve K. Ç. adına tespit edilmiştir. Davacılar N. G. ve C. Ç. bağışlamaya ve kazandırıcı zamanaşımı zilyetliğine dayanarak dava açmıştır. Mahkemece davanın kabulüne, dava konusu 139 ada 34 parsel sayılı taşınmazın 1/2 hisse ile davacılar N. G. ve C. Ç. adına tapuya tesciline karar verilmiş; hüküm, davalılar S. Ç. ve K. Ç. tarafından temyiz edilmiştir.
Mahkemece dava konusu taşınmazın öncesinde davacıların babası olan davalı S. ve davacılar ile S.'in ortak miras bırakanı olan davacıların anneleri H.'ye ait iken davacılara bağışlandığı gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmişse de yapılan araştırma ve soruşturma hüküm vermeye yeterli bulunmamaktadır.
Dava konusu 139 ada 94 parsel sayılı taşınmazın tespitine herhangi bir belge esas alınmadığı gibi yargılama sırasında taraflar da herhangi bir kayda dayanmamışlardır. Davacılar taşınmazın anneleri H. ile babaları davalı S. tarafından kendilerine bağışlandığını öne sürerek dava açmışlardır. Hâl böyle olunca, uyuşmazlığın zilyetlik hükümlerine göre çözümlenmesi zorunludur. Somut olayda taşınmazın öncesinde 1/2 payının davalı S.'e ait olduğu hususunda taraflar arasında bir uyuşmazlık bulunmamaktadır. Uyuşmazlık taşınmazın 1/2 payının davacılar ve davalı S.'in ortak miras bırakanı olan davacıların anneleri H.'ye ait olup olmadığı ve taşınmazın davacı tarafa bağışlanıp bağışlanmadığı noktasında toplanmaktadır. Davacıların dayandığı senet içeriğine göre ölüme bağlı olarak davacılara bağışlandığı ancak zilyetliğin davalı tarafta olduğu dosya içeriğiyle belirlendiğine göre zilyetliğin davacı tarafa devredilmediği dikkate alındığında bağışlamanın gerçekleştiğinden söz edilemez, ne var ki bağış kabul edilmediğinde ve taşınmazın 1/2 payının muris H.'ye ait olması halinde H. mirasının paylaşılıp paylaşılmadığı araştırılıp varılacak sonuca göre uyuşmazlığın çözülmesi zorunludur.
O halde sağlıklı bir sonuca varılabilmesi için yerel bilirkişiler, tanıklar, senet tanıkları ve tespit bilirkişilerinin tümünün huzuruyla yapılacak keşifte; öncelikle taşınmazın kime ait olduğu, kim tarafından ne zamandan beri ne şekilde kullanıldığı duraksamasız belirlenmeli, S.'e ait olduğunun belirlenmesi durumunda zilyetlik devri olmadığı için bağışlama işleminin gerçekleşmediği düşünülmeli, taşınmazın 1/2 payının davacılar ile davalı S.'in ortak miras bırakanı H.'ye ait olduğunun belirlenmesi halinde mirasının paylaşılıp paylaşılmadığı, paylaşılmışsa kime düştüğü, S.'in ikinci eşi olan davalı K.'ın dava konusu taşınmaz üzerinde nasıl pay sahibi olduğu hususu sorulup saptanmalı, H. mirasının paylaşılmadığının belirlenmesi halinde H. payı üzerinde davalı K.'ın H.'nin 1/2 payı üzerinde 3.kişi olması sıfatı ile herhangi bir şekilde hak sahibi olamayacağı, davacıların dava dilekçesindeki iddiaları dikkate alındığında tereke adına dava açmadıkları gözetilerek sadece H.'den kendilerine intikal eden miras payları oranında uyuşmazlığın çözümleneceği düşünülmeli, bundan sonra toplanan ve toplanacak tüm deliller birlikte değerlendirilerek sonucuna göre bir hüküm kurulmalıdır.
Mahkemece böylesine bir araştırma ve soruşturma yapılmaksızın yazılı şekilde hüküm kurulması isabetsizdir...),
Gerekçesi ile bozularak yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Karar: Dava, kazandırıcı zamanaşımı zilyetliğine dayalı kadastro tespitine itiraza ilişkindir.
Davacılar vekili, 94 parsel sayılı taşınmazın davacıların babası olan, davalı S. ile, anneleri H. Ç.'e ait iken, 30.08.1996 tarihli hibe senedi ile davacılara bağışlandığını, o tarihten beri de üzerinde ev bulunan taşınmazın mülkiyetinin davacılara ait olduğunu, davalı K.'ın babalarının ikinci eşi olduğunu, davalıların taşınmazla ilgilerinin olmamasına rağmen kadastro sırasında her iki davalı adına tespit edildiğini ileri sürüp, tespite itiraz ederek, ½'şer pay oranında davacılar adına tescilini istemiştir.
Davalılar vekili, senedin geçerli olmadığını bildirerek, davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, dava konusu taşınmazın ve üzerindeki evin davalı S. Ç. ile merhume H. Ç.'e ait olduğu ve 20 yılı aşkın süredir zilyet oldukları, 30.08.1996 tarihinde hibe senedi ile taşınmazı ve evi çocukları C. ve N.'ye bağışlayarak, senette ölünceye kadar kendilerine, öldükten sonra da çocuklarına ait olduğunu belirttikleri, senedin son kısmında da "tapu kadastro geçtiğinde ise tapuda isimlerine de tescil ettireceklerdir" ibaresinin yer aldığı dikkate alınarak davanın kabulüne, taşınmazın davacılar adına ½'şer oranda tesciline karar verilmiştir.
Davalılar vekilinin temyizi üzerine hüküm Özel Dairece, başlık bölümünde yazılı gerekçelerle bozulmuştur.
Yerel Mahkemece; dosya içerisinde aslı mevcut olan 30.08.1996 tarihli hibe senedinin, Yargıtayca değerlendirilmediği ve bu durumun tarafların iradesine değer verilmemesi olarak yorumlanıp hakkaniyete aykırı bulunduğu, hibe senedi incelendiğinde, hibe edenlerin ve hibe alanların senette imzalarının bulunduğu, düzenlenen senette iki şahit ile ilgili tarihteki muhtarın ve azanın imzalarının bulunduğu dikkate alındığında senedin şekil şartlarını taşıdığı ve geçerli olduğu, senette S. Ç. ve H. Ç.'in birlikte imzası bulunup bu hususun, davalı S.'in, muris H. Ç.'in dava konusu parseldeki iki katlı ev ve bahçe üzerinde 1/2 hissesi olduğunu kabul ettiğini gösterdiği, bu nedenle dava konusu taşınmazda muris H. Ç.'in hakkı olup olmadığının araştırılmasının gerekmediği, kaldı ki araştırılması gerekse bile muris H. Ç. ve S. Ç.'in aile olmaları nedeniyle mahalli bilirkişi, tespit bilirkişileri ve taraf tanıklarının net bilgilerinin olamayacağı ortada olup yapılan keşifte de bu yönde beyanlarının bulunduğu, muris H.'nin, 1996 tarihli hibe senedi ile iki katlı ev ve bahçe üzerindeki hissesini iradi olarak çocukları C. Ç. ve N. Ç.'e bağışladığı, bağışın da çocukları C. Ç. ve N. Ç. tarafından kabul edildiği, taraflar arasında anlaşmaya varıldığına göre mahkemenin muris H.'nin iradesini yok saymaması, bu senedi esas alarak dava konusu taşınmazda 1/2 hissesi bulunan H. Ç.'in bağış yolu ile bu hissesini çocukları C. Ç. ve N. Ç.'e devrettiğini, ölünceye kadar da dava konusu taşınmaz üzerindeki zilyetliğini her iki çocuğu adına sürdürdüğünü kabul etmek gerektiği, muris H. ölmeden evvel dava konusu taşınmaz üzerindeki 1/2 hissesini çocuklarına bağışladığına göre, murisin terekesinde dava konusu taşınmaz üzerindeki 1/2 hissesinin yer almadığının ortada olduğu, bu nedenle murisin tereke mallarının paylaşılıp paylaşılmadığının, paylaşılmamış ise davacı ve davalıların miras payları oranında muris H. Ç.'in 1/2 hissesinin paylaştırılmasının gerektiği düşüncesine katılmanın mümkün olmadığı, davalı S.'in dava konusu taşınmazda 1/2 hissesinin bulunduğu 30.08.1996 tarihli senetten anlaşıldığı, bağışlama senedi irdelendiğinde davalı S. Ç.'in de 1/2 hissesini çocukları C. Ç. ve N. Ç.'e bağışladığı, yapılan bu bağışın hibe edilenlerce kabul edildiği ve senedin geçerlilik şartlarını taşıdığı bu nedenle dava konusu taşınmaz üzerinde davalı S.'in sürdürdüğü zilyetliğin, yurt dışında yaşayan davacılar adına olduğu; ayrıca, senette kadastro çalışmaları esnasında taşınmazın hibe edilenler adına tespitinin yaptırılacağı belirtildiğinden, davalı tarafça içeriğine ve imzasına itiraz edilmeyen bu senede itibar edilerek taşınmazın davacılar adına tescilinin yapılmasının senetteki tarafların iradesine uygun düşen bir durum olduğu, davalı S. Ç.'in kendi iradesi ile 1996 tarihli senetle dava konusu taşınmaz üzerindeki hissesini çocukları davacılara hibe ettiği ve kadastro çalışmaları başlayana kadar da bağışlama iradesinden dönmediği, kadastro çalışmaları esnasında davalı S. Ç.'in, dava konusu taşınmazın 1/2 hissesini 2004 yılında evlendiği eşi K. Ç., 1/2 hissesini de kendi adına tespit ettirdiğinden artık davalı S.'in taşınmazı bağışlama iradesinden söz edilemeyeceğini, yapılan tespitten itibaren dava konusu taşınmaz üzerinde davalı S.'in sürdürdüğü zilyetliği, kendi adına sürdürdüğünün kabulünün gerekli olup, o tarihten itibaren Kadastro Kanunu'nun 14. maddesinde yer alan nizasız ve fasılasız sürdürülen 20 yıllık zilyetliğin davalılar adına oluşup oluşmadığının araştırılmasının gerekliliğinin ortaya çıktığı, kadastro çalışmaları ve dava tarihi göz önüne alındığında davalıların Kadastro Kanunu'nun 14. maddesinde yer alan şartları süre yönünden taşımadıklarının anlaşıldığı, hibe senedinde, muris H. Ç. ve davalı S. Ç. ölünceye kadar dava konusu taşınmazın hibe edenlere ait olacağını şart koşmuş iseler de, davacıların bu şartın gerçekleşmesini beklemeleri ve şart gerçekleştikten sonra dava açmaları halinde kanunda düzenlenen 10 yıllık hak düşürücü sürenin geçmiş olma ihtimali bulunduğundan, şayet bu hak düşürücü süre geçtikten sonra dava açılırsa, dava süre yönünden reddedileceğinden ve bu hukuki sonuç ile de 30.08.1996 tarihinde serbest irade ile düzenlenen senedin hiçbir anlamı kalmayacağından davacıların kadastro tespitine itiraz etmelerinin hakkaniyete uygun olduğu gerekçesi ile önceki kararda direnilmiştir.
Direnme kararını temyize davalılar vekili getirmiştir.
Dosya içeriği ve toplanan delillerden; dava konusu 139 ada 94 nolu parselin avlulu üç katlı kargir ev vasfı ile senetsiz ve belgesizden S. Ç. ile K. Ç. adına ½'şer payla 07.11.2007 tarihinde tespit edildiği, tutanağın edinim kısmında S. ve K.'ın 20 yılı aşkın zilyet olduklarının belirtildiği, davalı S.'in ilk eşi H.'nin 20.04.2003 tarihinde vefat ettiği, ikinci eş davalı K. ile de 18.12.2004 tarihinde evlendiği anlaşılmaktadır. Davacıların dayandığı 30.8.1996 tarihli senet başlıklı adi yazılı düzenlenen belge içeriğinde; mülkiyeti bana ait olan üç katlı ev ve bahçesi ölünceye kadar bizler S. Ç. ve H. Ç.'in olup, öldükten sonra ise C. Ç. ile N. Ç. G.'nindir. Bizler muhtar ve azalarla, şahitler huzurunda iş bu ev ve bahçesini hibe etme senedini imzalarımızla parmak izimizle tasdik ettik ve rücu kabil olmamak üzere, diğer mirasçılarımızın hiçbir hak ve alakaları kalmamak üzere bir bodrum, iki katlı (üç kat) evi çocuklarımızdan hibe ettiğimiz C. Ç. ile N. Ç. G.'ye devrettik. Kendi aralarında ikisi evi ve bahçesini taksim edeceklerdir, şimdilik birliktedirler. Tapu kadastro geçtiğinde ise tapuda isimlerine de tescil ettireceklerdir. denilmek suretiyle belge sağlar arası bağış niteliğinde düzenlenmiştir.
Davalı S. senede karşı beyanında; köy azalarından birinin imzası olmaması nedeniyle senedin şekil şartlarını taşımadığını, senette ölünceye kadar taşınmazın kendisine ait olacağının belirtildiğini, kendisinin sağ olduğunu, taşınmazın zilyetliğinde olduğunu bildirmiştir.
Bilindiği üzere, tapuda kayıtlı olmayan taşınmazlarda bağış, resmi şekle tabi olmayıp, menkullerde olduğu gibi zilyetliğin teslimi ile vücut bulur, her türlü delil ile kanıtlanabilir ve şarta bağlı yapılabilir (818.s.BK m 234, 237, 240). Davacıların dayanağı senet başlıklı adi yazılı belgede, H. parmak bastığından, bu parmak izinin anılan kişiye ait olduğuna dair muhtar ve ihtiyar heyetinin tasdiki şekil şartı olup, bu kurala uyulmamış ise de, dava konusu taşınmaz kadastro öncesinde tapuda kayıtlı olmadığından, menkul mallar gibi değerlendirildiğinden zilyetlik ve bağışın varlığı her türlü delille kanıtlanabilir.
Somut olayda; dosya kapsamı, dinlenen bilirkişi ve tanık beyanlarından anlaşıldığı üzere senet içeriği kanıtlanmıştır. Davacıların dayanağı senet başlıklı belgede, bağış koşulu olarak taşınmazların davalı S. ile anne H.'nin ölümünden sonra davacılara geçeceği hususunun düzenlendiği de anlaşılmaktadır.
Bu bilgiler ışığında bağışlamaya konu edilen davalı S. ve H. payı yönünden somut olayın ayrı ayrı irdelenmesi gerekmektedir:
I-Davalı S. payı yönünden yapılan incelemede; her ne kadar 30.08.1996 tarihli belgeye göre payını çocukları olan davacılara bağışladığını bildirmişse de, davalı S. sağ olduğundan, bağış koşulunun gerçekleşmediği, zilyetliği kendi adına sürdürdüğü ve davacılar lehine bu pay yönünden zilyetlikle edinim koşullarının oluşmadığı anlaşılmaktadır. Her ne kadar 30.08.1996 tarihli senedin son bölümünde Tapu kadastro geçtiğinde ise tapuda isimlerine de tescil ettireceklerdir. ibaresi yazılı ise de, senet metninin bütünü incelendiğinde bu ibarenin senedin birinci paragrafında yazılı mülkiyetin ölünce geçeceğine dair temel koşulu ortadan kaldıran bir ibare olmadığı, aksine, koşullar gerçekleştikten sonra tapuya tescilin sağlanacağına dair bir açıklama niteliğinde olduğu görülmektedir. Bu nedenle davacıların isteminin davalı S. payı yönünden reddine karar verilmelidir.
II-H. Ç. payı yönünden yapılan incelemede ise; öncelikle bağışlamaya ilişkin 30.08.1996 tarihli belgede S. Ç. ve H. Ç.'in birlikte imzası bulunup, içeriğine davalı S. tarafından itiraz edilmemekle, davalı S.'in, muris H. Ç.'in dava konusu parselde bulunan iki katlı ev ve bahçe üzerinde 1/2 hissesi olduğunu kabul ettiği gözetilerek, dava konusu taşınmazda muris H. Ç.'in payının bulunup bulunmadığı hususunda ayrıca araştırma yapılması gerekmemektedir.
Buna göre dava konusu taşınmazda kadastro öncesinde davalı S. ile muris H.'nin ½'şer oranda paya sahip oldukları sabittir.

Tapulama sırasında adına tespit yapılan davalı K.'ın payına gelince; tapulama tutanağında davalı K.'ın dava konusu taşınmazda 20 yılı aşkın zilyet olduğu belirtilmişse de, K.'ın davalı S. ile 2004 yılında evlendiği ve kadastro tespitinin 2007 yılında yapıldığı gözetildiğinde taşınmazdaki ½ payı ne şekilde edindiği ve zilyetliğinin evlenme tarihinden öncesinde başladığı hususunun kanıtlanamadığı gibi, evlenme tarihinden itibaren de tutanakta belirtilen 20 yıllık sürenin dolmadığı ve davalı K. lehine kazandırıcı zamanaşımı zilyetliği ile edinim koşullarının oluşmadığı anlaşılmaktadır. Öte yandan gerek senet başlıklı belge içeriğinden gerekse dinlenen tanık beyanlarından davacıların evlenene kadar dava konusu taşınmazdaki dairede ailesi ile birlikte yaşadığı, davacı C.'ın yurt dışına çalışmaya gittiği, evlendikten sonra eşinin bir buçuk yıl dava konusu taşınmazda kaldığı, daha sonra eşini yurt dışına götürdüğü, davacıların dava konusu taşınmazda halen bir kısım eşyalarının bulunduğu, senette anne H.'nin payını davacılara bağışlama iradesini ortaya koyduğu, zilyetliğini davacılar adına sürdürdüğü, 20.04.2003 yılında ölümü ile de bağış şartının gerçekleştiği ve davacılar lehine bu pay yönünden zilyetlikle edinim koşulları oluştuğundan taşınmazın davalı K. adına kayıtlı yarı payının iptali ile davacılar adına tesciline karar verilmelidir.
O halde, dava konusu 94 parsel sayılı taşınmazın sadece davalı K. adına kayıtlı ½ payının zilyetlikle edinim koşullarının davacılar lehine oluştuğunun kabulü ile bu pay yönünden davanın kabulüne karar verilmeli; davalı S. payı yönünden ise dava reddedilmelidir.
Hukuk Genel Kurulu görüşmeleri sırasında bir kısım üyeler tarafından; senet başlıklı belgenin şekil koşullarını taşımamakla birlikte, dinlenen tanık ve tespit bilirkişisi beyanlarından davacıların anne ve babaları olan davalı S. ile dava dışı H.'nin dava konusu tapusuz taşınmazdaki paylarını davacılara 30.08.1996 yılında bağışladıkları, davacılar adına zilyetliklerini sürdükleri ve tespit tarihi olan 2007 yılı itibariyle kazandırıcı zamanaşımı ile edinim koşullarının davacılar lehine gerçekleştiğinden davanın kabulüne ilişkin yerel mahkeme kararının onanması gerektiği görüşü savunulmuşsa da, bu görüş yukarda açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.
Açıklanan bu değişik gerekçe ile usul ve yasaya aykırı olan direnme kararı bozulmalıdır.
Sonuç: Davalılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının yukarda açıklanan değişik gerekçelerle 6217 sayılı Kanun'un 30.maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'na eklenen "Geçici madde 3" atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 429.maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcın yatırana geri verilmesine, 21.01.2015 gününde oyçokluğu ile karar verildi.
KARŞI OY
Davacılar, dava konusu taşınmazın babaları S. ve anneleri H.'ye ait iken kendilerine bağışlandığı ve bu suretle mülkiyetin kendilerine ait olduğu iddiasıyla kadastro tespitine itiraz ederek bu davayı açmışlardır.

Mahkemece yapılan yargılamada taşınmazın 1/2 payı adına tespit edilen davalı Kezban'ın taşınmazla kadastro tespiti tarihine kadar adına tespiti gerektirecek hiçbir hukuki ilgisinin olmadığı belirlenmiş, taşınmazın evveliyatının S.'e ait iken davanın dayanağı olan 30.08.1996 tarihli senetle S. ve H.'ye ait olduğunun S. tarafından da kabul edildiği sabit olmuştur. Davacıların dosyaya sundukları senet, S.'in imzasını taşımakta olup onun yönünden adi yazılı belge niteliğindedir. İddia bakımından senet niteliğini taşıyan bu belgede S. de taşınmazda H. ile birlikte müşterek malik olduğunu kabul etmektedir. Bu durumda taşınmazın mülkiyetinin bağış sırasında, 1/2'şer hisselerle S. ve H.'nin olduğunun kabulü gerekmektedir. H.'nin 1/2 hissesi yönünden bu belge ihtiyar heyeti onaylı senetlerden olduğundan o tarihte yürürlükte bulunan 1086 sayılı HUMK'nın 297. maddesi uyarınca muhtar ve ihtiyar heyetinin tasdiki şekil şartıdır (İBK 12.11.1930, E.29, K.30). Dayanılan belgede, ihtiyar heyetinden yalnız birinin imzası bulunduğundan senet, şekil şartından yoksun olup H. bakımından geçerli değil ise de, Kadastro Kanunu uyarınca, evveliyatı senetsizden olan taşınmazlarda kadastro tespitine kadarki malik sıfatıyla zilyetlik hususunun tanıkla da ispatı mümkün olduğundan, dinlenen tanık beyanlarından H.'nin de davacılara taşınmazdaki hissesini bağışladığı anlaşılmaktadır. Gerek H., gerek S.'in ağzından davacılara bağışladıklarını bizzat duyan tanıkların beyanları mevcuttur. Ayrıca dayanılan senet bütün olarak değerlendirildiğinde bağışlayanların amacının, taşınmaz ölünceye kadar kullanmak, kadastro tespitinin ölümlerinden önce yapılması halinde ise mülkiyetin davacılar üzerine tespit ve tescili yönünde olduğu, iradelerin bu yönde birleştiği, bu amaçla taşınmazı ölünceye kadar H.'nin ve halen S.'in kullandıkları ve bu şekilde kullanımın da malik sıfatıyla olmayıp davacıların asli zilyetliğini tanıyarak fer'i zilyet sıfatıyla olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim halen taşınmazda davacıların eşyalarının da bulunduğu bir kısım tanıklarca beyan edilmiştir. İrade bu yönde birleştiği için taşınmazların davacılara kısa elden teslimi söz konusudur ve bağış gerçekleşmiştir. Kadastro tespitinde 1/2'si adına tespit edilen Kezban'ın ise adına tespiti gerektiren bir durum olmadığından, toplanan delillere göre her iki davalı adına kadastro tespitine itirazın kabulü ve taşınmazın davacılar adına tescili gerektiğinden yerel mahkemenin bu yöndeki direnme kararının onanması düşüncesiyle, sayın çoğunluğun H.'nin terekesinin paylaşılıp paylaşılmadığının araştırılması yönündeki bozma gerekçesine katılamıyoruz. (¤¤)