23 Ocak 2013 Çarşamba

I. YARGITAY 1.Hukuk Dairesi
Esas:  2009/12744
Karar: 2010/360
Karar Tarihi: 21.02.2010

ÖZET: Davacı, dava dilekçesinde, kayden maliki olduğu taşınmazı, davalının kendisiyle evleneceğine ilişkin beyan ve davranışları sonucunda, davalıya temlik ettiğini; oysa davalının kendisini terk ettiğini ileri sürerek iptal ve tescil isteğinde bulunmuş olup, mahkemece davanın reddine karar verilmiştir. Bilindiği üzere, hile, genel olarak bir kimseyi irade beyanında bulunmaya, özellikle sözleşme yapmaya sevketmek için onda kasten hatalı bir kanı uyandırmak veya esasen var olan hatalı bir kanıyı koruma yahut devamını sağlamak şeklinde tanımlanır. Hata da yanılma hilede yanıltma söz konusudur. Taraflardan biri diğer tarafın kasıtlı aldatmasıyla sözleşme yapmaya yöneltilmişse hata esaslı olmasa bile aldatılan taraf için sözleşme bağlayıcı sayılamaz. Değinilen koşulların varlığı halinde aldatılan taraf hakkını kullanmak suretiyle hukuki ilişkiyi geçmişe etkili (makable Şamil) olarak ortadan kaldırabilir ve verdiği şeyi geri isteyebilir. Hal böyle olunca, yukarıda değinildiği üzere, değinilen ilkeler çerçevesinde tarafların iddia ve savunmaları doğrultusunda delillerinin toplanması ve bir araştırma yapılması, tüm delillerin birarada değerlendirilerek sonucuna göre bir karar verilmesi gerekir.
(818 S. K. m. 28)
Dava: Taraflar arasında görülen davada;
Davacı, kayden maliki olduğu dava konusu 5461 parsel sayılı taşınmazını davalı ile evlenmek amacı ile davalıya devrettiğini, ancak davalının evi terk ettiğini ileri sürerek tapu iptal ve tescil isteğinde bulunmuştur.
Davalı, davaya karşı beyanda bulunmamıştır.
Mahkemece, ispat edilemeyen davanın reddine karar verilmiştir.
Karar, davacı tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi Uğur Şentürk’ün raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp düşünüldü.      
Karar: Davacı, dava dilekçesinde, kayden maliki olduğu taşınmazı, davalının kendisiyle evleneceğine ilişkin beyan ve davranışları sonucunda, davalıya temlik ettiğini; oysa davalının kendisini terk ettiğini ileri sürerek iptal ve tescil isteğinde bulunmuş olup, mahkemece davanın reddine karar verilmiştir.
Dosya kapsamına ve iddianın ileri sürülüş biçimi ile dava dilekçesinin içeriğine göre davada taraf muvazaasına değil hile hukuksal nedenine dayanıldığı açıktır.
Bilindiği üzere, hile, genel olarak bir kimseyi irade beyanında bulunmaya, özellikle sözleşme yapmaya sevketmek için onda kasten hatalı bir kanı uyandırmak veya esasen var olan hatalı bir kanıyı koruma yahut devamını sağlamak şeklinde tanımlanır. Hata da yanılma hilede yanıltma söz konusudur. B.K'nun 28/1 maddesinde açıklandığı üzere taraflardan biri diğer tarafın kasıtlı aldatmasıyla sözleşme yapmaya yöneltilmişse hata esaslı olmasa bile aldatılan taraf için sözleşme bağlayıcı sayılamaz. Değinilen koşulların varlığı halinde aldatılan taraf hakkını kullanmak suretiyle hukuki ilişkiyi geçmişe etkili (makable Şamil) olarak ortadan kaldırabilir ve verdiği şeyi geri isteyebilir.
Öte yandan, hile her türlü delille isbat edilebileceği gibi iptal hakkının kullanılması hiç bir şekle bağlı değildir. Hilenin öğrenildiği tarihten itibaren bir yıllık hak düşürücü süre içerisinde karşı tarafa yöneltilecek bir irade açıklaması, defi yahut dava yoluyla da kullanılabilir.
Hal böyle olunca, yukarıda değinildiği üzere, değinilen ilkeler çerçevesinde tarafların iddia ve savunmaları doğrultusunda delillerinin toplanması ve bir araştırma yapılması, tüm delillerin birarada değerlendirilerek sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken yazılı olduğu üzere hüküm kurulması doğru değildir.
Davacının temyiz itirazları yerindedir.

Sonuç: Kabulü ile hükmün açıklanan nedenlerle HUMKnun 428. md. gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 21.02.2010 tarihinde oybirliği ile karar verildi.

 

 

 

 

II. YARGITAY 19. HUKUK DAİRESİ

E. 2005/2865

K. 2005/11959

T. 1.12.2005

ÖZET : Taraflar arasındaki uyuşmazlık, bayilik sözleşmesi imzalanacağı inanç ve düşüncesi ile yapılan harcamalara ilişkin tazminat talebinden kaynaklanmaktadır. Bayilik görüşmelerinin başlamasıyla hukuki ilişki kurulmuş sayılır. Bu ilişki dürüstlük kuralına dayandığından, görüşmeler sırasında akdin içeriği ve şartları ile ilgili olarak tarafların birbirlerine bilgi vermesi, dürüstlük kuralına uygun davranması, birbirlerinin kişilik ve malvarlığı değerlerine zarar vermemek için gerekli özeni göstermesi gerekir. Taraflar, bu yükümlülüklerine aykırı davranarak aralarındaki güven ilişkisini ihlal ettikleri takdirde doğan zarardan sorumlu olurlar. Bu nedenle, mahkemece, davacının akdin kurulacağına olan inanç ve güven duygusuyla yaptığı harcamalar nedeniyle zararı olup olmadığı araştırılmalı, sonucuna göre karar verilmelidir.
DAVA : Taraflar arasındaki tazminat davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın reddine yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde davacı vekilince temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:
KARAR : Davacı vekili, müvekkilinin otomotiv sektöründe faaliyet gösterdiğini ve davalı ile M... marka araçların İzmir bayiliğinin müvekkili tarafından yapılması hususunda mutabakata varıldığını ve bu konuda taraflar arasında tutanak düzenlendiğini, bunun üzerine müvekkilinin satış yeri olmak üzere işyeri kiraladığını, gereken tadilatlar ve reklam panoları yaptırıldığını ve tüm şartları yerine getirmesine rağmen davalıdan gelen yazıda başvurunun 30.09.2000 tarihinde yapılacak görüşmeye rağmen ertelendiğinin bildirildiğini, ancak davalının bu tarihte müvekkili ile görüşmeye gelmediğini, çekilen ihtarnameye de davalının cevap vermediğini, müvekkilinin taraflar arasındaki mutabakat nedeniyle birçok masraf yaptığını, maddi ve manevi zarara uğradığını belirterek, davalının ticari örf, adet ve ahlaka aykırı davrandığını öne sürerek bu zararın tahsilini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili, müvekkilinin davacı ile herhangi bir yetkili satıcılık sözleşmesi imzalamadığı gibi, bu konuda bir mutabakat da olmadığını, davacının bayilik talebi üzerine görüşmeler yapıldığını ve müvekkili elemanları tarafından davalıya öneriler getirildiğini ancak, müvekkili tarafından davacıya işyeri kiralanması, tadilat veya reklam yapması hususunda bir talep iletilmediğini, davacıya herhangi bir güvence verilmediğini, davacının müdebbir bir tacir gibi davranmadığını öne sürerek davanın reddi gerektiğini savunmuştur.
Mahkemece yapılan yargılama sonunda, davacının davalıdan alacaklı olduğunu ispat edemediği, defterlerinin kendi lehine delil olma özelliğine sahip bulunmadığı, davalı defter ve kayıtlarına göre davacının davalıdan herhangi bir alacağının bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş, hüküm, davacı vekilince temyiz edilmiştir.
Taraflar arasındaki uyuşmazlık, bayilik sözleşmesi imzalanacağı inanç ve düşüncesi ile yapılan harcamalara ilişkin tazminat isteminden kaynaklanmaktadır. Başka bir anlatımla, talebin dayanağı "akit görüşmelerinden doğan sorumluluk" ( CULPA İN CONTRAHENDO ) kuralıdır. Akit, bir süreçtir. Taraflar, akit kurulmadan önce akdin içeriği, şartları içerdiği hak ve yükümlülükler üzerinde görüşmeler yapar. Bu görüşmelerin başlaması ile taraflar arasında hukuki ilişki kurulur. Bu ilişki akit benzeri bir güven ilişkisidir ve ( MK 2/1 ) de düzenlenen dürüstlük kuralına dayanır. Buna göre, tarafların görüşmeler esnasında akdin içeriği ve şartları hakkında birbirlerini aydınlatması, dürüstlük kuralına uygun davranması, birbirlerinin kişilik ve malvarlığı değerlerine zarar vermemek için gerekli özeni göstermesi gerekir. Taraflar bu yükümlülüklerine kusurlu olarak aykırı davranıp görüşmelerin başlaması ile aralarında kurulmuş bulunan güven ilişkisini ihlal ettikleri takdirde bundan doğan zarardan sorumludurlar ( Bkz. Prof. Dr. Fikret Eren Borçlar Hukuku Genel Hükümler Cilt III Ankara 1990 S. 306 vd ).
Bu durumda mahkemece, davacının bayilik sözleşmesi yapılacağına dair kendisinde güven oluşturulmasından dolayı yaptığı harcamalar nedeni ile zarara uğrayıp uğramadığının araştırılarak, tüm deliller birlikte değerlendirilip uygun sonuç dairesinde bir karar verilmesi gerekirken, eksik araştırmaya dayalı yazılı şekilde hüküm kurulmasında isabet görülmemiştir.
SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerle davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün ( BOZULMASINA ), peşin harcın istek halinde iadesine, 01.12.2005 gününde oybirliğiyle karar verildi.

III. YARGITAY 4. HUKUK DAİRESİ
                                                                                 
Esas : 1990/12979Karar : 1992/2257Tarih : 25.02.1992
Özet : Konu, hakimlik mesleğinin gerektirdiği genel ve hukuki bilgi ile çözümlenmesi mümkün olan nitelikte olmakla, uyuşmazlığın çözümü için bilirkişi görüşüne başvurulması Usulün 275. maddesinin ikinci cümlesi hükmüne aykırıdır.
Taraflar arasındaki tazminat davası üzerine yapılan yargılama sonunda, ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın reddine ilişkin hükmün süresi içinde davacı şirket avukatı tarafından temyiz edilmesi üzerine; tetkik hakimi tarafından düzenlenen rapor okunduktan sonra dosya incelendi, gereği konuşuldu:
Davacı şirket vekili, müvekkili şirketin ortağı ve aynı zamanda müdürü olan Gürbüz’ün 25.2.1988 günü davalılara ait aracın karıştığı trafik kazasında ağır şekilde yaralandığını, şirketin tüm teknik ve idari işlerini yürüten ve inşaat mühendisi olan Gürbüz’ün uzun süreli tedavisi sebebiyle İller Bankası Genel Müdürlüğü’nün "yerleşik içme suyu inşaatı işini" başkasına devir zorunda kaldıklarını ve bu yüzden zarara uğradıklarını ileri sürerek, fazlaya ait talep hakları saklı kalmak üzere şimdilik 3.000.000 TL. tazminatın faiziyle birlikte davalılardan müteselsilen tahsiline karar verilmesine" talep ve dava etmiş, mahkemece bilirkişi raporundaki görüş esas alınarak, davacı şirketin sermaye şirketi olduğu ve yaralanmaya neden olay ile davacı şirketin doğmuş olabilecek zararı arasında uygun illiyet bağının bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Öncelikle konu, hakimlik mesleğinin gerektirdiği genel ve hukuki bilgi ile çözümlenmesi mümkün olan nitelikte olmakla, uyuşmazlığın çözümü için bilirkişi görüşüne başvurulması Usulün 275. maddesinin ikinci cümlesi hükmüne aykırıdır.
Öte yandan, davacı şirketin ortağı ve yöneticisi olan kişinin davalı yanın karıştığı trafik kazasında ağır yaralanması sonucu ihale suretiyle alınan işin (sözleşme hükmü nedeniyle yürütülemeyip) üçüncü kişiye devredildiği ve bu yüzden zarara uğranıldığı ileri sürüldüğüne göre, iddia edilen zararla davaya konu trafik olayı arasında uygun illiyet bağının bulunmadığının kabulü de tartışılmalıdır. Uygun illiyet bağı olayların normal akışı, hayat deneyleri sorumluluğu doğuran olayın meydana getirmek hususundaki genel eğilimi gibi olasılık kıstaslarına dayandığı için, olayın koşullarının genelleştirilme biçimine göre, dava konusu haksız eylem ile davacı şirketin iddia ettiği zarar arasında uygun illiyet bağının bulunduğu kabul edilebilir. Ancak sözleşme dışı sorumlulukta, Türk - İsviçre hukukunda, kural olarak, yalnız haksız fiilden doğrudan doğruya zarar gören, hukuk kuralının ihlal edilmesiyle bu kuralın korumak gayesini istihdaf ettiği varlıkları doğrudan doğruya haleldar olan şahısların tazminat talep edebileceği, hukuken korunan varlığın haleldar edilen şahıstan gayrı, ihlal neticesinde dolayısıyla (fiilin tesirlerinin in’ikası, tabir caizse sıçraması suretiyle) zarar gören şahıslar varsa, bunların tazminat isteyemeyecekleri kabul edilmektedir (Prof. Dr. Haluk Tandoğan, Üçüncü Şahsın Zararının Tazmini, Ankara 1963, Sh. 1 vd.). Bunun tek istisnası Borçlar Kanununun 45/2. maddesindeki ölenin yardımlarından mahrum kalanların da, bu zararlarını isteyebileceklerine dair hükümdür. Dolayısıyla zarar gören şahısların tesbitinde, ihlal edilen hukuk kuralının kimleri himayeyi amaçladığı gözönünde tutulur; bu mesele, hukuka aykırılık bağı kavramıyla alakalıdır. Görüldüğü üzere dolayısıyla zarar gören şahıs kavramı, tazminat talebinde bulunmağa selahiyetli şahısların sahasının tahdidi meselesi ile alakalıdır. Bu bakımdan dolayısıyla zarar gören şahsın zararı haksız fiile uygun illiyet rabıtasıyla bağlı olsa dahi, bu şahıs yine de tazminat talebinde bulunamaz; zira o, ihlal edilen hukuk kuralının himaye ettiği şahıslar kategorisine girmemektedir.
Temyize konu olayda, davacı şirketin dolayısıyla zarar gören şahıs olduğu gerçeği ortadadır. Trafik kazasına neden olan davalıların haksız eylemi yönünden cismani zarara uğrayan davacı şirketin ortağı ve müdürü olan Gürbüz "doğrudan doğruya zarar gören" kişi durumundadır ve davalıların ihlal ettiği trafik kuralı (hukuk normu) onu korumayı amaçlamaktadır. Yoksa, davalıların haksız eylemleriyle ihlal ettikleri hukuk normu (trafik kuralı) dolayısıyla zarar gören davacı şirketi koruma amacını gütmediğinden; o yoksun kaldığını iddia ettiği kazanç için davalılardan tazminat talebinde bulunamaz.
Yukarda açıklanan esaslar gözetilerek davacı şirketin davasının "dava hakkı bulunmadığından dolayı" reddedilmesi gerekirken, zararla eylem arasında uygun illiyet bağı bulunmadığı görüşünden hareketle hüküm kurulmuş olması yeterli değilse de, sonuçta dava reddedilmiş olmakla, Usulün 438. maddesi uyarınca kararın gerekçesi değiştirilmek ve düzeltilmek suretiyle onanması yoluna gidilmiştir.
SONUÇ : Temyiz olunan kararın açıklanan nedenlerle gerekçesi değiştirilmek ve düzeltilmek suretiyle (ONANMASINA) ve onama harcının temyiz edene yükletilmesine, 25.2.1992 gününde oybirliğiyle karar verildi.
UYARI: Firmamızca basılı ortamdan elektronik ortama aktarılan içtihat metni, tarafımızdan içeriği etkilenmeyecek şekilde değiştirilmiş ve değişikliği yapan algoritma TESCİL ettirilmiştir. Tescil edilmiş içtihat metninin Corpus sözleşmesinde belirtilen amaçlar dışında herhangi bir ortamda (elektronik veya yazılı) bulundurulması/kullanılması durumunda firmamız tüm kanuni haklarını KULLANACAKTIR.


2 yorum:

  1. ikinci olayda; mevcut bir sözleşme olduğu için 'pacta sun servanda' yok mudur hocam ? ahde vefa ilkesi gereği yapılan harcamalara da ortak olması gerekmez mi ?

    YanıtlaSil
  2. POENA CULPA İN CONTRAHENDO VAR, MEVCUT BİR SÖZLEŞMENİN VARLIĞI TARTIŞMALI, DAVALI BEN SENLE SÖZLEŞME YAPAMADIM DİYOR SEN DE YAPMIŞ OLDUĞUNU İSPAT EDEMİYORSUN....

    YanıtlaSil