19 Şubat 2015 Perşembe

İNANÇLI İŞLEMLER YAZILI BELGE NİTELİĞİNDEKİ DELİLLE İSPAT EDİLEBİLİR Mİ?

T.C. YARGITAY
1.Hukuk Dairesi

Esas:  2014/191
Karar: 2014/14624
Karar Tarihi: 22.09.2014

TAPU İPTALİ VE TESCİL DAVASI - İNANÇ SÖZLEŞMESİ - İNANÇLI İŞLEME DAYALI OLUP DİNLENİLİRLİĞİ KABUL EDİLEN İDDİALARIN İSPATI - DAVANIN REDDİNİN İSABETSİZ OLUŞU - HÜKMÜN BOZULMASI GEREĞİ

ÖZET: Dava, inanç sözleşmesinden kaynaklanan tapu iptali ve tescil istemine ilişkindir. Davacının davalıya yaptığı temlikin teminat amacına yönelik olduğu gözetilerek davacı tarafından ibraz edilip, davalının eli ürünü olduğu iddia edilen belge davalıdan sorularak, neye ilişkin olarak tanzim edildiğinin saptanması, yazılı delil başlangıcı niteliğinde olup olmadığının değerlendirilmesi, yazının inkar edilmesi durumunda bu konuda gerekli inceleme ve araştırmanın yapılması ve sonucuna göre karar verilmesi gerekirken, hatalı gerekçelerle hüküm kurulması doğru değildir.

(6098 S. K. m. 19, 97, 509) (818 S. K. m. 81) (6100 S. K. m. 202) (YİBK 05.02.1947 T. 1945/20 E. 1947/6 K.)

Dava: Taraflar arasında görülen tapu iptali ve tescil davası sonunda, yerel mahkemece davanın reddine ilişkin olarak verilen karar, davacılar vekili tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi Öznur Kabasakal’ın raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü;

Karar: Dava, inanç sözleşmesinden kaynaklanan tapu iptali ve tescil istemine ilişkindir.

Mahkemece tapulu taşınmazların devrinin harici anlaşmalar yoluyla yapılmasının mümkün olmadığı gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiştir.

Dosya kapsamı ve toplanan delillerden; dava konusu taşınmazlardan 1 nolu bağımsız bölümün davacılardan Sevim Bulat adına kayıtlı iken, 07/04/2006 tarih 1459 yevmiye numaralı resmi senetle; 3 nolu bağımsız bölüm ise davacılardan B. E. adına kayıtlı iken 07/04/2006 tarih 1461 yevmiye numaralı resmi senetle davalıya satış suretiyle temlik edildiği; davalı tarafça Akbank Ünye şubesinden ilk taksitinin ödemesi 11/05/2006 tarihinden başlamak üzere 120.000-TL kredi çekildiği saptanmıştır.

Davacıların dava konusu taşınmaz temliklerinin gerçek bir satış olmayıp, borca karşılık teminat amacıyla yapıldığı ve borç ödendiğinde iade edileceği iddiasında bulundukları bu iddialarının kanıtı olarak davalının el ürünü olduğunu beyan ettikleri 13.12.2008 tarihli belgeye dayanmışlardır.

Ne var ki, mahkemece bu belge değerlendirilip, incelenmeden sonuca gidilmiştir.

Bilindiği üzere; inanç sözleşmesi, inananla inanılan arasında yapılan, onların hak ve borçlarını belirleyen, inançlı muamelenin sona erme sebeplerini ve devredilen hakkın, inanılan tarafından inanana geri verme (iade) şartlarını içeren borçlandırıcı bir muameledir. Bu sözleşme, taraflarının hak ve borçlarını kapsayan bağımsız bir akit olup, alacak ve mülkiyetin naklinin hukuki sebebini teşkil eder. 

Taraflar böyle bir sözleşme ve buna bağlı işlemle genellikle, teminat teşkil etmek ve iade edilmek üzere, mal varlığına dahil bir şey veya hakkı, aynı amacı güden olağan hukuki muamelelerden daha güçlü bir hukuki durum yaratarak, inanılana inançlı olarak kazandırmak için başvururlar. 

Diğer bir anlatımla, bu işlemle borçlu, alacaklısına malını rehin edecek, yani yalnızca sınırlı ayni bir hak tanıyacak yerde, malının mülkiyetini geçirerek rehin hakkından daha güçlü, daha ileri giden bir hak tanır. 

Sözleşmenin ve buna bağlı temlikin, değinilen bu özellikleri nedeniyle, taşınmazı inanç sözleşmesi ile satan kimsenin artık sadece, ödünç almış olduğu parayı geri vererek taşınmazını kendisine temlik edilmesini istemek yolunda bir alacak hakkı; taşınmazı, inanç sözleşmesi ile alan kimsenin de borcun ödenmesi gününe kadar taşınmazı başkasına satmamak ve borç ödenince de geri vermek yolunda yalnızca bir borcu kalmıştır.

Bilindiği gibi, inanç sözleşmeleri, tarafların karşılıklı iradelerine uygun bulunduğu için, onlara karşılıklı borç yükleyen ve alacak hakkı veren geçerli sözleşmelerdir. (818 s. Borçlar Kanununun (BK). m. 81; 6098 s. Türk Borçlar Kanununun (TBK) 97. m.)

İnanç sözleşmelerinin tarafları arasında, onların gerçek iradelerini ve akitten amaçladıklarını yansıtması bakımından geçerli olduğu; taraflarına Borçlar Kanunu çerçevesinde nispi haklarını talep etme olanağını verdiği tartışmasızdır.

Burada üzerinde durulması gereken husus, taşınmaz mallar yada şekle bağlı akitlerde inanç sözleşmelerinin ne gibi hukuki sonuç doğuracağıdır. Diğer bir anlatımla, sözleşmede öngörülen koşulların gerçekleşmesi halinde, taşınmaz mülkiyetinin naklinin sebebini oluşturup oluşturmayacağıdır.

Bilindiği üzere; uygulamada mesele, 5.2.1947 tarih 20/6 sayılı İçtihadı Birleştirme kararı ile ilişkilendirilip, bu karar dayanak yapılmak suretiyle çözüme gidilmektedir.

Anılan kararda; çeşitli sebep ve amaçlarla bir taşınmaz kaydına gerçek malik yerine başka bir nam ve bir sözleşmede akitlerden biri yerine üçüncü bir şahsın gösterilmesinin mümkün olduğu, bu gibi hallerde vekilin kendi namına ve müvekkili hesabına yaptığı tasarruflarda olduğu gibi hukuki bir durum veya herhangi bir maksatla üçüncü şahıslardan gerçeği gizleme gayesi güdülebileceği, “kötüniyetli ve haksız gizlemeler” dışında, belirtilen olasılıklara göre açılacak bir davanın, gerçekten, ya mevcut bir hakka dayanarak bir el değiştirme veya bir hakkın korunması niteliğini taşıyacağı; bu durumun da, temsil ve vekalet ilişkisinde, mülkiyette halefiyet esası olarak kabul edilmiş bir husus olup, halefiyeti düzeltme amacıyla öncelikle mülkiyetin vekile aidiyeti düşünülse bile, temsil hükümlerine aykırı olduğundan bunun korunması ve devamına hükmolunamayacağı, zira TBK'nin 509. maddesindeki “Vekilin, kendi adına ve vekâlet veren hesabına gördüğü işlerden doğan üçüncü kişilerdeki alacağı, vekâlet verenin vekile karşı bütün borçlarını ifa ettiği anda, kendiliğinden vekâlet verene geçer.” hükmünün bu düşünceyi doğruladığı, öte yandan gerek taşınır, gerek taşınmaz mallara ilişkin olsun nam-ı müstear hadiselerinde, meselenin bir istihkak ve mülkiyet davası niteliğini geçemeyeceğinden, ne resmi senet, ne de şekil meselesinin bahse konu olamayacağı, meselenin akitte ve isimde muvazaayı kapsamına alan TBK'nin 19.maddesi kapsamında düşünülmesinin kanunun amacına uygun düşeceğine, değinildikten sonra sonuçta, nam-ı müstear davalarının dinlenebilir ve yazılı delil ile ispatının mümkün olduğuna, hükmolunmuştur.

İçtihadı Birleştirme kararlarının konularıyla sınırlı, sonuçlarıyla bağlayıcı bulunduğu tartışmasızdır. Nam-ı müstear için düzenleme getiren 1947 tarihli kararın, teminat amacıyla temlike dair inanç sözleşmelerini kapsadığı da kuşkusuzdur. Uygulamada anılan sözleşmeler gerek özü, gerek işleyişi açısından, genelde muvazaa, özelde ise nam-ı müstear başlıkları altında nitelendirile gelmektedir.

İçtihadı Birleştirme kararının sonuç bölümünde ifade olunduğu üzere, inançlı işleme dayalı olup dinlenilirliği kabul edilen iddiaların isbatı, şekle bağlı olmayan yazılı delildir. İnanç sözleşmesi olarak adlandırılan bu belgenin sözleşmeye taraf olanların imzasını içermesi gereklidir. Bunun dışındaki bir kabul, hem İçtihadı Birleştirme kararının kapsamının genişletilmesi, hem de taşınmazların tapu dışı satışlarına olanak sağlamak anlamını taşıyacağından kendine özgü bu sözleşmelerle bağdaştırılamaz.

Yukarıda açıklanan ilkelere göre inanç sözleşmesine dayanan davaların HMK 202’ye göre yazılı delil olmadığı takdirde delil başlangıcı niteliğindeki belgeyle de ispatı mümkündür.

Hal böyle olunca, davacının davalıya yaptığı temlikin teminat amacına yönelik olduğu gözetilerek davacı tarafından ibraz edilip, davalının eli ürünü olduğu iddia edilen 13/12/2008 tarihli belge davalıdan sorularak, neye ilişkin olarak tanzim edildiğinin saptanması, yazılı delil başlangıcı niteliğinde olup olmadığının değerlendirilmesi, yazının inkar edilmesi durumunda bu konuda gerekli inceleme ve araştırmanın yapılması ve sonucuna göre karar verilmesi gerekirken, hatalı gerekçelerle yazılı şekilde hüküm kurulması doğru değildir.

Sonuç: Davacılar vekilinin temyiz itirazları belirtilen nedenlerle yerindedir. Kabulüyle hükmün (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK'un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 22.09.2014 tarihinde oybirliği ile, karar verildi. (¤¤)

Sinerji Mevzuat ve İçtihat Programı 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder