T.C
YARGITAY Hukuk Genel Kurulu Esas: 2013 / 7-1463 Karar: 2015 / 779 Karar Tarihi: 21.01.2015
ÖZET: Dava, kazandırıcı
zamanaşımı zilyetliğine dayalı kadastro tespitine itiraza ilişkindir. Tapulama
sırasında adına tespit yapılan davalı K.'ın payına gelince; tapulama
tutanağında davalı K.'ın dava konusu taşınmazda 20 yılı aşkın zilyet olduğu
belirtilmişse de, K.'ın davalı S. ile 2004 yılında evlendiği ve kadastro
tespitinin 2007 yılında yapıldığı gözetildiğinde taşınmazdaki ½ payı ne şekilde
edindiği ve zilyetliğinin evlenme tarihinden öncesinde başladığı hususunun
kanıtlanamadığı gibi, evlenme tarihinden itibaren de tutanakta belirtilen 20
yıllık sürenin dolmadığı ve davalı K. lehine kazandırıcı zamanaşımı zilyetliği
ile edinim koşullarının oluşmadığı anlaşılmaktadır. Öte yandan gerek senet
başlıklı belge içeriğinden gerekse dinlenen tanık beyanlarından davacıların
evlenene kadar dava konusu taşınmazdaki dairede ailesi ile birlikte yaşadığı,
davacı C.'ın yurt dışına çalışmaya gittiği, evlendikten sonra eşinin bir buçuk
yıl dava konusu taşınmazda kaldığı, daha sonra eşini yurt dışına götürdüğü,
davacıların dava konusu taşınmazda halen bir kısım eşyalarının bulunduğu,
senette anne H.'nin payını davacılara bağışlama iradesini ortaya koyduğu,
zilyetliğini davacılar adına sürdürdüğü, 20.04.2003 yılında ölümü ile de bağış
şartının gerçekleştiği ve davacılar lehine bu pay yönünden zilyetlikle edinim
koşulları oluştuğundan taşınmazın davalı K. adına kayıtlı yarı payının iptali
ile davacılar adına tesciline karar verilmelidir. O halde, dava konusu 94
parsel sayılı taşınmazın sadece davalı K.n adına kayıtlı ½ payının zilyetlikle
edinim koşullarının davacılar lehine oluştuğunun kabulü ile bu pay yönünden
davanın kabulüne karar verilmeli; davalı S. payı yönünden ise dava
reddedilmelidir.(4721 S. K. m. 713)
Dava: Taraflar arasındaki kadastro tespitine itiraz davasından dolayı yapılan
yargılama sonunda; Beyşehir Kadastro Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen
07.12.2011 tarih, 2008/95 E. 2011/24 K. sayılı kararın incelenmesi davalılar
vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 7. Hukuk Dairesinin 02.11.2012
tarih, 2012/1344 E. 2012/7498 K. sayılı ilamı ile;
(... Kadastro sırasında
dava konusu 139 ada 94 parsel sayılı 553,32 m² yüzölçümündeki taşınmaz
kazandırıcı zamanaşımı zilyetliğine dayanılarak 1/2 hisse ile davalılar S. Ç.
ve K. Ç. adına tespit edilmiştir. Davacılar N. G. ve C. Ç. bağışlamaya ve
kazandırıcı zamanaşımı zilyetliğine dayanarak dava açmıştır. Mahkemece davanın
kabulüne, dava konusu 139 ada 34 parsel sayılı taşınmazın 1/2 hisse ile
davacılar N. G. ve C. Ç. adına tapuya tesciline karar verilmiş; hüküm,
davalılar S. Ç. ve K. Ç. tarafından temyiz edilmiştir.
Mahkemece dava konusu
taşınmazın öncesinde davacıların babası olan davalı S. ve davacılar ile S.'in
ortak miras bırakanı olan davacıların anneleri H.'ye ait iken davacılara
bağışlandığı gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmişse de yapılan
araştırma ve soruşturma hüküm vermeye yeterli bulunmamaktadır.
Dava konusu 139 ada 94
parsel sayılı taşınmazın tespitine herhangi bir belge esas alınmadığı gibi
yargılama sırasında taraflar da herhangi bir kayda dayanmamışlardır. Davacılar
taşınmazın anneleri H. ile babaları davalı S. tarafından kendilerine
bağışlandığını öne sürerek dava açmışlardır. Hâl böyle olunca, uyuşmazlığın
zilyetlik hükümlerine göre çözümlenmesi zorunludur. Somut olayda taşınmazın
öncesinde 1/2 payının davalı S.'e ait olduğu hususunda taraflar arasında bir
uyuşmazlık bulunmamaktadır. Uyuşmazlık taşınmazın 1/2 payının davacılar ve davalı
S.'in ortak miras bırakanı olan davacıların anneleri H.'ye ait olup olmadığı ve
taşınmazın davacı tarafa bağışlanıp bağışlanmadığı noktasında toplanmaktadır.
Davacıların dayandığı senet içeriğine göre ölüme bağlı olarak davacılara
bağışlandığı ancak zilyetliğin davalı tarafta olduğu dosya içeriğiyle
belirlendiğine göre zilyetliğin davacı tarafa devredilmediği dikkate
alındığında bağışlamanın gerçekleştiğinden söz edilemez, ne var ki bağış kabul
edilmediğinde ve taşınmazın 1/2 payının muris H.'ye ait olması halinde H.
mirasının paylaşılıp paylaşılmadığı araştırılıp varılacak sonuca göre
uyuşmazlığın çözülmesi zorunludur.
O halde sağlıklı bir
sonuca varılabilmesi için yerel bilirkişiler, tanıklar, senet tanıkları ve
tespit bilirkişilerinin tümünün huzuruyla yapılacak keşifte; öncelikle
taşınmazın kime ait olduğu, kim tarafından ne zamandan beri ne şekilde
kullanıldığı duraksamasız belirlenmeli, S.'e ait olduğunun belirlenmesi
durumunda zilyetlik devri olmadığı için bağışlama işleminin gerçekleşmediği
düşünülmeli, taşınmazın 1/2 payının davacılar ile davalı S.'in ortak miras
bırakanı H.'ye ait olduğunun belirlenmesi halinde mirasının paylaşılıp
paylaşılmadığı, paylaşılmışsa kime düştüğü, S.'in ikinci eşi olan davalı K.'ın
dava konusu taşınmaz üzerinde nasıl pay sahibi olduğu hususu sorulup
saptanmalı, H. mirasının paylaşılmadığının belirlenmesi halinde H. payı
üzerinde davalı K.'ın H.'nin 1/2 payı üzerinde 3.kişi olması sıfatı ile
herhangi bir şekilde hak sahibi olamayacağı, davacıların dava dilekçesindeki
iddiaları dikkate alındığında tereke adına dava açmadıkları gözetilerek sadece
H.'den kendilerine intikal eden miras payları oranında uyuşmazlığın
çözümleneceği düşünülmeli, bundan sonra toplanan ve toplanacak tüm deliller
birlikte değerlendirilerek sonucuna göre bir hüküm kurulmalıdır.
Mahkemece böylesine bir
araştırma ve soruşturma yapılmaksızın yazılı şekilde hüküm kurulması
isabetsizdir...),
Gerekçesi ile bozularak
yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki
kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulunca
incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve
dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Karar: Dava, kazandırıcı
zamanaşımı zilyetliğine dayalı kadastro tespitine itiraza ilişkindir.
Davacılar vekili, 94
parsel sayılı taşınmazın davacıların babası olan, davalı S. ile, anneleri H.
Ç.'e ait iken, 30.08.1996 tarihli hibe senedi ile davacılara bağışlandığını, o
tarihten beri de üzerinde ev bulunan taşınmazın mülkiyetinin davacılara ait
olduğunu, davalı K.'ın babalarının ikinci eşi olduğunu, davalıların taşınmazla
ilgilerinin olmamasına rağmen kadastro sırasında her iki davalı adına tespit
edildiğini ileri sürüp, tespite itiraz ederek, ½'şer pay oranında davacılar
adına tescilini istemiştir.
Davalılar vekili, senedin
geçerli olmadığını bildirerek, davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, dava konusu
taşınmazın ve üzerindeki evin davalı S. Ç. ile merhume H. Ç.'e ait olduğu ve 20
yılı aşkın süredir zilyet oldukları, 30.08.1996 tarihinde hibe senedi ile taşınmazı
ve evi çocukları C. ve N.'ye bağışlayarak, senette ölünceye kadar kendilerine,
öldükten sonra da çocuklarına ait olduğunu belirttikleri, senedin son kısmında
da "tapu kadastro geçtiğinde ise tapuda isimlerine de tescil
ettireceklerdir" ibaresinin yer aldığı dikkate alınarak davanın kabulüne,
taşınmazın davacılar adına ½'şer oranda tesciline karar verilmiştir.
Davalılar vekilinin
temyizi üzerine hüküm Özel Dairece, başlık bölümünde yazılı gerekçelerle
bozulmuştur.
Yerel Mahkemece; dosya
içerisinde aslı mevcut olan 30.08.1996 tarihli hibe senedinin, Yargıtayca değerlendirilmediği ve
bu durumun tarafların iradesine değer verilmemesi olarak yorumlanıp hakkaniyete
aykırı bulunduğu, hibe senedi incelendiğinde, hibe edenlerin ve hibe alanların
senette imzalarının bulunduğu, düzenlenen senette iki şahit ile ilgili
tarihteki muhtarın ve azanın imzalarının bulunduğu dikkate alındığında senedin
şekil şartlarını taşıdığı ve geçerli olduğu, senette S. Ç. ve H. Ç.'in birlikte
imzası bulunup bu hususun, davalı S.'in, muris H. Ç.'in dava konusu parseldeki
iki katlı ev ve bahçe üzerinde 1/2 hissesi olduğunu kabul ettiğini gösterdiği,
bu nedenle dava konusu taşınmazda muris H. Ç.'in hakkı olup olmadığının
araştırılmasının gerekmediği, kaldı ki araştırılması gerekse bile muris H. Ç.
ve S. Ç.'in aile olmaları nedeniyle mahalli bilirkişi, tespit bilirkişileri ve
taraf tanıklarının net bilgilerinin olamayacağı ortada olup yapılan keşifte de
bu yönde beyanlarının bulunduğu, muris H.'nin, 1996 tarihli hibe senedi ile iki
katlı ev ve bahçe üzerindeki hissesini iradi olarak çocukları C. Ç. ve N. Ç.'e
bağışladığı, bağışın da çocukları C. Ç. ve N. Ç. tarafından kabul edildiği,
taraflar arasında anlaşmaya varıldığına göre mahkemenin muris H.'nin iradesini
yok saymaması, bu senedi esas alarak dava konusu taşınmazda 1/2 hissesi bulunan
H. Ç.'in bağış yolu ile bu hissesini çocukları C. Ç. ve N. Ç.'e devrettiğini,
ölünceye kadar da dava konusu taşınmaz üzerindeki zilyetliğini her iki çocuğu
adına sürdürdüğünü kabul etmek gerektiği, muris H. ölmeden evvel dava konusu
taşınmaz üzerindeki 1/2 hissesini çocuklarına bağışladığına göre, murisin
terekesinde dava konusu taşınmaz üzerindeki 1/2 hissesinin yer almadığının
ortada olduğu, bu nedenle murisin tereke mallarının paylaşılıp paylaşılmadığının,
paylaşılmamış ise davacı ve davalıların miras payları oranında muris H. Ç.'in
1/2 hissesinin paylaştırılmasının gerektiği düşüncesine katılmanın mümkün
olmadığı, davalı S.'in dava konusu taşınmazda 1/2 hissesinin bulunduğu
30.08.1996 tarihli senetten anlaşıldığı, bağışlama senedi irdelendiğinde davalı
S. Ç.'in de 1/2 hissesini çocukları C. Ç. ve N. Ç.'e bağışladığı, yapılan bu
bağışın hibe edilenlerce kabul edildiği ve senedin geçerlilik şartlarını
taşıdığı bu nedenle dava konusu taşınmaz üzerinde davalı S.'in sürdürdüğü
zilyetliğin, yurt dışında yaşayan davacılar adına olduğu; ayrıca, senette
kadastro çalışmaları esnasında taşınmazın hibe edilenler adına tespitinin
yaptırılacağı belirtildiğinden, davalı tarafça içeriğine ve imzasına itiraz
edilmeyen bu senede itibar edilerek taşınmazın davacılar adına tescilinin
yapılmasının senetteki tarafların iradesine uygun düşen bir durum olduğu,
davalı S. Ç.'in kendi iradesi ile 1996 tarihli senetle dava konusu taşınmaz
üzerindeki hissesini çocukları davacılara hibe ettiği ve kadastro çalışmaları
başlayana kadar da bağışlama iradesinden dönmediği, kadastro çalışmaları
esnasında davalı S. Ç.'in, dava konusu taşınmazın 1/2 hissesini 2004 yılında
evlendiği eşi K. Ç., 1/2 hissesini de kendi adına tespit ettirdiğinden artık
davalı S.'in taşınmazı bağışlama iradesinden söz edilemeyeceğini, yapılan
tespitten itibaren dava konusu taşınmaz üzerinde davalı S.'in sürdürdüğü
zilyetliği, kendi adına sürdürdüğünün kabulünün gerekli olup, o tarihten
itibaren Kadastro Kanunu'nun 14. maddesinde yer alan nizasız ve fasılasız
sürdürülen 20 yıllık zilyetliğin davalılar adına oluşup oluşmadığının
araştırılmasının gerekliliğinin ortaya çıktığı, kadastro çalışmaları ve dava
tarihi göz önüne alındığında davalıların Kadastro Kanunu'nun 14. maddesinde yer
alan şartları süre yönünden taşımadıklarının anlaşıldığı, hibe senedinde, muris
H. Ç. ve davalı S. Ç. ölünceye kadar dava konusu taşınmazın hibe edenlere ait
olacağını şart koşmuş iseler de, davacıların bu şartın gerçekleşmesini
beklemeleri ve şart gerçekleştikten sonra dava açmaları halinde kanunda
düzenlenen 10 yıllık hak düşürücü sürenin geçmiş olma ihtimali bulunduğundan,
şayet bu hak düşürücü süre geçtikten sonra dava açılırsa, dava süre yönünden
reddedileceğinden ve bu hukuki sonuç ile de 30.08.1996 tarihinde serbest irade
ile düzenlenen senedin hiçbir anlamı kalmayacağından davacıların kadastro
tespitine itiraz etmelerinin hakkaniyete uygun olduğu gerekçesi ile önceki
kararda direnilmiştir.
Direnme kararını temyize
davalılar vekili getirmiştir.
Dosya içeriği ve toplanan
delillerden; dava konusu 139 ada 94 nolu parselin avlulu üç katlı kargir ev
vasfı
ile senetsiz ve belgesizden S. Ç. ile K. Ç. adına ½'şer payla 07.11.2007
tarihinde tespit edildiği, tutanağın edinim kısmında S. ve K.'ın 20 yılı aşkın
zilyet olduklarının belirtildiği, davalı S.'in ilk eşi H.'nin 20.04.2003
tarihinde vefat ettiği, ikinci eş davalı K. ile de 18.12.2004 tarihinde
evlendiği anlaşılmaktadır. Davacıların dayandığı 30.8.1996 tarihli senet
başlıklı adi yazılı düzenlenen belge içeriğinde; mülkiyeti bana ait olan
üç katlı ev ve bahçesi
ölünceye kadar bizler S. Ç. ve H. Ç.'in olup, öldükten sonra ise C. Ç. ile N.
Ç. G.'nindir. Bizler muhtar ve azalarla, şahitler huzurunda iş bu ev ve
bahçesini hibe etme senedini imzalarımızla parmak izimizle tasdik ettik ve rücu
kabil olmamak üzere, diğer mirasçılarımızın hiçbir hak ve alakaları kalmamak
üzere bir bodrum, iki katlı (üç kat) evi çocuklarımızdan hibe ettiğimiz C. Ç.
ile N. Ç. G.'ye devrettik. Kendi aralarında ikisi evi ve bahçesini taksim
edeceklerdir, şimdilik birliktedirler. Tapu kadastro geçtiğinde ise tapuda
isimlerine de tescil ettireceklerdir. denilmek suretiyle belge sağlar arası
bağış niteliğinde düzenlenmiştir.
Davalı S. senede karşı
beyanında; köy azalarından birinin imzası olmaması nedeniyle senedin şekil
şartlarını taşımadığını, senette ölünceye kadar taşınmazın kendisine ait
olacağının belirtildiğini, kendisinin sağ olduğunu, taşınmazın zilyetliğinde
olduğunu bildirmiştir.
Bilindiği üzere, tapuda
kayıtlı olmayan taşınmazlarda bağış, resmi şekle tabi olmayıp, menkullerde
olduğu gibi zilyetliğin teslimi ile vücut bulur, her türlü delil ile
kanıtlanabilir ve şarta bağlı yapılabilir (818.s.BK m 234, 237, 240).
Davacıların dayanağı senet başlıklı adi yazılı belgede, H. parmak bastığından,
bu parmak izinin anılan kişiye ait olduğuna dair muhtar ve ihtiyar heyetinin
tasdiki şekil şartı olup, bu kurala uyulmamış ise de, dava konusu taşınmaz
kadastro öncesinde tapuda kayıtlı olmadığından, menkul mallar gibi
değerlendirildiğinden zilyetlik ve bağışın varlığı her türlü delille
kanıtlanabilir.
Somut olayda; dosya
kapsamı, dinlenen bilirkişi ve tanık beyanlarından anlaşıldığı üzere senet
içeriği kanıtlanmıştır. Davacıların dayanağı senet başlıklı belgede, bağış
koşulu olarak taşınmazların davalı S. ile anne H.'nin ölümünden sonra
davacılara geçeceği hususunun düzenlendiği de anlaşılmaktadır.
Bu bilgiler ışığında
bağışlamaya konu edilen davalı S. ve H. payı yönünden somut olayın ayrı ayrı
irdelenmesi gerekmektedir:
I-Davalı S. payı yönünden
yapılan incelemede; her ne kadar 30.08.1996 tarihli belgeye göre payını
çocukları olan davacılara bağışladığını bildirmişse de, davalı S. sağ
olduğundan, bağış koşulunun gerçekleşmediği, zilyetliği kendi adına sürdürdüğü
ve davacılar lehine bu pay yönünden zilyetlikle edinim koşullarının oluşmadığı
anlaşılmaktadır. Her ne kadar 30.08.1996 tarihli senedin son bölümünde Tapu kadastro geçtiğinde
ise tapuda isimlerine de tescil ettireceklerdir. ibaresi yazılı ise de, senet metninin
bütünü incelendiğinde bu ibarenin senedin birinci paragrafında yazılı mülkiyetin ölünce geçeceğine
dair
temel koşulu ortadan kaldıran bir ibare olmadığı, aksine, koşullar
gerçekleştikten sonra tapuya tescilin sağlanacağına dair bir açıklama
niteliğinde olduğu görülmektedir. Bu nedenle davacıların isteminin davalı S.
payı yönünden reddine karar verilmelidir.
II-H. Ç. payı yönünden
yapılan incelemede ise; öncelikle bağışlamaya ilişkin 30.08.1996 tarihli
belgede S. Ç. ve H. Ç.'in birlikte imzası bulunup, içeriğine davalı S.
tarafından itiraz edilmemekle, davalı S.'in, muris H. Ç.'in dava konusu parselde
bulunan iki katlı ev ve bahçe üzerinde 1/2 hissesi olduğunu kabul ettiği
gözetilerek, dava konusu taşınmazda muris H. Ç.'in payının bulunup bulunmadığı
hususunda ayrıca araştırma yapılması gerekmemektedir.
Buna göre dava konusu
taşınmazda kadastro öncesinde davalı S. ile muris H.'nin ½'şer oranda paya
sahip oldukları sabittir.
Tapulama sırasında adına
tespit yapılan davalı K.'ın payına gelince; tapulama tutanağında davalı K.'ın
dava konusu taşınmazda 20 yılı aşkın zilyet olduğu belirtilmişse de, K.'ın
davalı S. ile 2004 yılında evlendiği ve kadastro tespitinin 2007 yılında
yapıldığı gözetildiğinde taşınmazdaki ½ payı ne şekilde edindiği ve
zilyetliğinin evlenme tarihinden öncesinde başladığı hususunun kanıtlanamadığı
gibi, evlenme tarihinden itibaren de tutanakta belirtilen 20 yıllık sürenin
dolmadığı ve davalı K. lehine kazandırıcı zamanaşımı zilyetliği ile edinim
koşullarının oluşmadığı anlaşılmaktadır. Öte yandan gerek senet başlıklı belge
içeriğinden gerekse dinlenen tanık beyanlarından davacıların evlenene kadar
dava konusu taşınmazdaki dairede ailesi ile birlikte yaşadığı, davacı C.'ın
yurt dışına çalışmaya gittiği, evlendikten sonra eşinin bir buçuk yıl dava
konusu taşınmazda kaldığı, daha sonra eşini yurt dışına götürdüğü, davacıların
dava konusu taşınmazda halen bir kısım eşyalarının bulunduğu, senette anne
H.'nin payını davacılara bağışlama iradesini ortaya koyduğu, zilyetliğini
davacılar adına sürdürdüğü, 20.04.2003 yılında ölümü ile de bağış şartının
gerçekleştiği ve davacılar lehine bu pay yönünden zilyetlikle edinim koşulları
oluştuğundan taşınmazın davalı K. adına kayıtlı yarı payının iptali ile
davacılar adına tesciline karar verilmelidir.
O halde, dava konusu 94
parsel sayılı taşınmazın sadece davalı K. adına kayıtlı ½ payının zilyetlikle
edinim koşullarının davacılar lehine oluştuğunun kabulü ile bu pay yönünden
davanın kabulüne karar verilmeli; davalı S. payı yönünden ise dava
reddedilmelidir.
Hukuk Genel Kurulu
görüşmeleri sırasında bir kısım üyeler tarafından; senet başlıklı belgenin şekil
koşullarını taşımamakla birlikte, dinlenen tanık ve tespit bilirkişisi
beyanlarından davacıların anne ve babaları olan davalı S. ile dava dışı H.'nin
dava konusu tapusuz taşınmazdaki paylarını davacılara 30.08.1996 yılında
bağışladıkları, davacılar adına zilyetliklerini sürdükleri ve tespit tarihi
olan 2007 yılı itibariyle kazandırıcı zamanaşımı ile edinim koşullarının
davacılar lehine gerçekleştiğinden davanın kabulüne ilişkin yerel mahkeme
kararının onanması gerektiği görüşü savunulmuşsa da, bu görüş yukarda açıklanan
nedenlerle Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.
Açıklanan bu değişik
gerekçe ile usul ve yasaya aykırı olan direnme kararı bozulmalıdır.
Sonuç: Davalılar vekilinin
temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının yukarda açıklanan değişik
gerekçelerle 6217 sayılı Kanun'un 30.maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri
Kanunu'na eklenen "Geçici madde 3" atfıyla uygulanmakta olan 1086
sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 429.maddesi gereğince BOZULMASINA,
istek halinde temyiz peşin harcın yatırana geri verilmesine, 21.01.2015 gününde
oyçokluğu ile karar verildi.
KARŞI
OY
Davacılar, dava konusu
taşınmazın babaları S. ve anneleri H.'ye ait iken kendilerine bağışlandığı ve
bu suretle mülkiyetin kendilerine ait olduğu iddiasıyla kadastro tespitine
itiraz ederek bu davayı açmışlardır.
Mahkemece yapılan
yargılamada taşınmazın 1/2 payı adına tespit edilen davalı Kezban'ın taşınmazla
kadastro tespiti tarihine kadar adına tespiti gerektirecek hiçbir hukuki
ilgisinin olmadığı belirlenmiş, taşınmazın evveliyatının S.'e ait iken davanın
dayanağı olan 30.08.1996 tarihli senetle S. ve H.'ye ait olduğunun S.
tarafından da kabul edildiği sabit olmuştur. Davacıların dosyaya sundukları
senet, S.'in imzasını taşımakta olup onun yönünden adi yazılı belge
niteliğindedir. İddia bakımından senet niteliğini taşıyan bu belgede S. de
taşınmazda H. ile birlikte müşterek malik olduğunu kabul etmektedir. Bu durumda
taşınmazın mülkiyetinin bağış sırasında, 1/2'şer hisselerle S. ve H.'nin
olduğunun kabulü gerekmektedir. H.'nin 1/2 hissesi yönünden bu belge ihtiyar
heyeti onaylı senetlerden olduğundan o tarihte yürürlükte bulunan 1086 sayılı
HUMK'nın 297. maddesi uyarınca muhtar ve ihtiyar heyetinin tasdiki şekil
şartıdır (İBK 12.11.1930, E.29, K.30). Dayanılan belgede, ihtiyar heyetinden
yalnız birinin imzası bulunduğundan senet, şekil şartından yoksun olup H.
bakımından geçerli değil ise de, Kadastro Kanunu uyarınca, evveliyatı
senetsizden olan taşınmazlarda kadastro tespitine kadarki malik sıfatıyla
zilyetlik hususunun tanıkla da ispatı mümkün olduğundan, dinlenen tanık
beyanlarından H.'nin de davacılara taşınmazdaki hissesini bağışladığı
anlaşılmaktadır. Gerek H., gerek S.'in ağzından davacılara bağışladıklarını
bizzat duyan tanıkların beyanları mevcuttur. Ayrıca dayanılan senet bütün
olarak değerlendirildiğinde bağışlayanların amacının, taşınmaz ölünceye kadar
kullanmak, kadastro tespitinin ölümlerinden önce yapılması halinde ise
mülkiyetin davacılar üzerine tespit ve tescili yönünde olduğu, iradelerin bu yönde
birleştiği, bu amaçla taşınmazı ölünceye kadar H.'nin ve halen S.'in
kullandıkları ve bu şekilde kullanımın da malik sıfatıyla olmayıp davacıların
asli zilyetliğini tanıyarak fer'i zilyet sıfatıyla olduğu anlaşılmaktadır.
Nitekim halen taşınmazda davacıların eşyalarının da bulunduğu bir kısım
tanıklarca beyan edilmiştir. İrade bu yönde birleştiği için taşınmazların
davacılara kısa elden teslimi söz konusudur ve bağış gerçekleşmiştir. Kadastro
tespitinde 1/2'si adına tespit edilen Kezban'ın ise adına tespiti gerektiren
bir durum olmadığından, toplanan delillere göre her iki davalı adına kadastro
tespitine itirazın kabulü ve taşınmazın davacılar adına tescili gerektiğinden
yerel mahkemenin bu yöndeki direnme kararının onanması düşüncesiyle, sayın
çoğunluğun H.'nin terekesinin paylaşılıp paylaşılmadığının araştırılması
yönündeki bozma gerekçesine katılamıyoruz. (¤¤)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder