27 Mart 2016 Pazar

T.C YARGITAY  Hukuk Genel Kurulu  Esas: 2013 / 7-1463  Karar: 2015 / 779  Karar Tarihi: 21.01.2015
ÖZET: Dava, kazandırıcı zamanaşımı zilyetliğine dayalı kadastro tespitine itiraza ilişkindir. Tapulama sırasında adına tespit yapılan davalı K.'ın payına gelince; tapulama tutanağında davalı K.'ın dava konusu taşınmazda 20 yılı aşkın zilyet olduğu belirtilmişse de, K.'ın davalı S. ile 2004 yılında evlendiği ve kadastro tespitinin 2007 yılında yapıldığı gözetildiğinde taşınmazdaki ½ payı ne şekilde edindiği ve zilyetliğinin evlenme tarihinden öncesinde başladığı hususunun kanıtlanamadığı gibi, evlenme tarihinden itibaren de tutanakta belirtilen 20 yıllık sürenin dolmadığı ve davalı K. lehine kazandırıcı zamanaşımı zilyetliği ile edinim koşullarının oluşmadığı anlaşılmaktadır. Öte yandan gerek senet başlıklı belge içeriğinden gerekse dinlenen tanık beyanlarından davacıların evlenene kadar dava konusu taşınmazdaki dairede ailesi ile birlikte yaşadığı, davacı C.'ın yurt dışına çalışmaya gittiği, evlendikten sonra eşinin bir buçuk yıl dava konusu taşınmazda kaldığı, daha sonra eşini yurt dışına götürdüğü, davacıların dava konusu taşınmazda halen bir kısım eşyalarının bulunduğu, senette anne H.'nin payını davacılara bağışlama iradesini ortaya koyduğu, zilyetliğini davacılar adına sürdürdüğü, 20.04.2003 yılında ölümü ile de bağış şartının gerçekleştiği ve davacılar lehine bu pay yönünden zilyetlikle edinim koşulları oluştuğundan taşınmazın davalı K. adına kayıtlı yarı payının iptali ile davacılar adına tesciline karar verilmelidir. O halde, dava konusu 94 parsel sayılı taşınmazın sadece davalı K.n adına kayıtlı ½ payının zilyetlikle edinim koşullarının davacılar lehine oluştuğunun kabulü ile bu pay yönünden davanın kabulüne karar verilmeli; davalı S. payı yönünden ise dava reddedilmelidir.(4721 S. K. m. 713)
Dava: Taraflar arasındaki kadastro tespitine itiraz davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Beyşehir Kadastro Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 07.12.2011 tarih, 2008/95 E. 2011/24 K. sayılı kararın incelenmesi davalılar vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 7. Hukuk Dairesinin 02.11.2012 tarih, 2012/1344 E. 2012/7498 K. sayılı ilamı ile;
(... Kadastro sırasında dava konusu 139 ada 94 parsel sayılı 553,32 m² yüzölçümündeki taşınmaz kazandırıcı zamanaşımı zilyetliğine dayanılarak 1/2 hisse ile davalılar S. Ç. ve K. Ç. adına tespit edilmiştir. Davacılar N. G. ve C. Ç. bağışlamaya ve kazandırıcı zamanaşımı zilyetliğine dayanarak dava açmıştır. Mahkemece davanın kabulüne, dava konusu 139 ada 34 parsel sayılı taşınmazın 1/2 hisse ile davacılar N. G. ve C. Ç. adına tapuya tesciline karar verilmiş; hüküm, davalılar S. Ç. ve K. Ç. tarafından temyiz edilmiştir.
Mahkemece dava konusu taşınmazın öncesinde davacıların babası olan davalı S. ve davacılar ile S.'in ortak miras bırakanı olan davacıların anneleri H.'ye ait iken davacılara bağışlandığı gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmişse de yapılan araştırma ve soruşturma hüküm vermeye yeterli bulunmamaktadır.
Dava konusu 139 ada 94 parsel sayılı taşınmazın tespitine herhangi bir belge esas alınmadığı gibi yargılama sırasında taraflar da herhangi bir kayda dayanmamışlardır. Davacılar taşınmazın anneleri H. ile babaları davalı S. tarafından kendilerine bağışlandığını öne sürerek dava açmışlardır. Hâl böyle olunca, uyuşmazlığın zilyetlik hükümlerine göre çözümlenmesi zorunludur. Somut olayda taşınmazın öncesinde 1/2 payının davalı S.'e ait olduğu hususunda taraflar arasında bir uyuşmazlık bulunmamaktadır. Uyuşmazlık taşınmazın 1/2 payının davacılar ve davalı S.'in ortak miras bırakanı olan davacıların anneleri H.'ye ait olup olmadığı ve taşınmazın davacı tarafa bağışlanıp bağışlanmadığı noktasında toplanmaktadır. Davacıların dayandığı senet içeriğine göre ölüme bağlı olarak davacılara bağışlandığı ancak zilyetliğin davalı tarafta olduğu dosya içeriğiyle belirlendiğine göre zilyetliğin davacı tarafa devredilmediği dikkate alındığında bağışlamanın gerçekleştiğinden söz edilemez, ne var ki bağış kabul edilmediğinde ve taşınmazın 1/2 payının muris H.'ye ait olması halinde H. mirasının paylaşılıp paylaşılmadığı araştırılıp varılacak sonuca göre uyuşmazlığın çözülmesi zorunludur.
O halde sağlıklı bir sonuca varılabilmesi için yerel bilirkişiler, tanıklar, senet tanıkları ve tespit bilirkişilerinin tümünün huzuruyla yapılacak keşifte; öncelikle taşınmazın kime ait olduğu, kim tarafından ne zamandan beri ne şekilde kullanıldığı duraksamasız belirlenmeli, S.'e ait olduğunun belirlenmesi durumunda zilyetlik devri olmadığı için bağışlama işleminin gerçekleşmediği düşünülmeli, taşınmazın 1/2 payının davacılar ile davalı S.'in ortak miras bırakanı H.'ye ait olduğunun belirlenmesi halinde mirasının paylaşılıp paylaşılmadığı, paylaşılmışsa kime düştüğü, S.'in ikinci eşi olan davalı K.'ın dava konusu taşınmaz üzerinde nasıl pay sahibi olduğu hususu sorulup saptanmalı, H. mirasının paylaşılmadığının belirlenmesi halinde H. payı üzerinde davalı K.'ın H.'nin 1/2 payı üzerinde 3.kişi olması sıfatı ile herhangi bir şekilde hak sahibi olamayacağı, davacıların dava dilekçesindeki iddiaları dikkate alındığında tereke adına dava açmadıkları gözetilerek sadece H.'den kendilerine intikal eden miras payları oranında uyuşmazlığın çözümleneceği düşünülmeli, bundan sonra toplanan ve toplanacak tüm deliller birlikte değerlendirilerek sonucuna göre bir hüküm kurulmalıdır.
Mahkemece böylesine bir araştırma ve soruşturma yapılmaksızın yazılı şekilde hüküm kurulması isabetsizdir...),
Gerekçesi ile bozularak yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Karar: Dava, kazandırıcı zamanaşımı zilyetliğine dayalı kadastro tespitine itiraza ilişkindir.
Davacılar vekili, 94 parsel sayılı taşınmazın davacıların babası olan, davalı S. ile, anneleri H. Ç.'e ait iken, 30.08.1996 tarihli hibe senedi ile davacılara bağışlandığını, o tarihten beri de üzerinde ev bulunan taşınmazın mülkiyetinin davacılara ait olduğunu, davalı K.'ın babalarının ikinci eşi olduğunu, davalıların taşınmazla ilgilerinin olmamasına rağmen kadastro sırasında her iki davalı adına tespit edildiğini ileri sürüp, tespite itiraz ederek, ½'şer pay oranında davacılar adına tescilini istemiştir.
Davalılar vekili, senedin geçerli olmadığını bildirerek, davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, dava konusu taşınmazın ve üzerindeki evin davalı S. Ç. ile merhume H. Ç.'e ait olduğu ve 20 yılı aşkın süredir zilyet oldukları, 30.08.1996 tarihinde hibe senedi ile taşınmazı ve evi çocukları C. ve N.'ye bağışlayarak, senette ölünceye kadar kendilerine, öldükten sonra da çocuklarına ait olduğunu belirttikleri, senedin son kısmında da "tapu kadastro geçtiğinde ise tapuda isimlerine de tescil ettireceklerdir" ibaresinin yer aldığı dikkate alınarak davanın kabulüne, taşınmazın davacılar adına ½'şer oranda tesciline karar verilmiştir.
Davalılar vekilinin temyizi üzerine hüküm Özel Dairece, başlık bölümünde yazılı gerekçelerle bozulmuştur.
Yerel Mahkemece; dosya içerisinde aslı mevcut olan 30.08.1996 tarihli hibe senedinin, Yargıtayca değerlendirilmediği ve bu durumun tarafların iradesine değer verilmemesi olarak yorumlanıp hakkaniyete aykırı bulunduğu, hibe senedi incelendiğinde, hibe edenlerin ve hibe alanların senette imzalarının bulunduğu, düzenlenen senette iki şahit ile ilgili tarihteki muhtarın ve azanın imzalarının bulunduğu dikkate alındığında senedin şekil şartlarını taşıdığı ve geçerli olduğu, senette S. Ç. ve H. Ç.'in birlikte imzası bulunup bu hususun, davalı S.'in, muris H. Ç.'in dava konusu parseldeki iki katlı ev ve bahçe üzerinde 1/2 hissesi olduğunu kabul ettiğini gösterdiği, bu nedenle dava konusu taşınmazda muris H. Ç.'in hakkı olup olmadığının araştırılmasının gerekmediği, kaldı ki araştırılması gerekse bile muris H. Ç. ve S. Ç.'in aile olmaları nedeniyle mahalli bilirkişi, tespit bilirkişileri ve taraf tanıklarının net bilgilerinin olamayacağı ortada olup yapılan keşifte de bu yönde beyanlarının bulunduğu, muris H.'nin, 1996 tarihli hibe senedi ile iki katlı ev ve bahçe üzerindeki hissesini iradi olarak çocukları C. Ç. ve N. Ç.'e bağışladığı, bağışın da çocukları C. Ç. ve N. Ç. tarafından kabul edildiği, taraflar arasında anlaşmaya varıldığına göre mahkemenin muris H.'nin iradesini yok saymaması, bu senedi esas alarak dava konusu taşınmazda 1/2 hissesi bulunan H. Ç.'in bağış yolu ile bu hissesini çocukları C. Ç. ve N. Ç.'e devrettiğini, ölünceye kadar da dava konusu taşınmaz üzerindeki zilyetliğini her iki çocuğu adına sürdürdüğünü kabul etmek gerektiği, muris H. ölmeden evvel dava konusu taşınmaz üzerindeki 1/2 hissesini çocuklarına bağışladığına göre, murisin terekesinde dava konusu taşınmaz üzerindeki 1/2 hissesinin yer almadığının ortada olduğu, bu nedenle murisin tereke mallarının paylaşılıp paylaşılmadığının, paylaşılmamış ise davacı ve davalıların miras payları oranında muris H. Ç.'in 1/2 hissesinin paylaştırılmasının gerektiği düşüncesine katılmanın mümkün olmadığı, davalı S.'in dava konusu taşınmazda 1/2 hissesinin bulunduğu 30.08.1996 tarihli senetten anlaşıldığı, bağışlama senedi irdelendiğinde davalı S. Ç.'in de 1/2 hissesini çocukları C. Ç. ve N. Ç.'e bağışladığı, yapılan bu bağışın hibe edilenlerce kabul edildiği ve senedin geçerlilik şartlarını taşıdığı bu nedenle dava konusu taşınmaz üzerinde davalı S.'in sürdürdüğü zilyetliğin, yurt dışında yaşayan davacılar adına olduğu; ayrıca, senette kadastro çalışmaları esnasında taşınmazın hibe edilenler adına tespitinin yaptırılacağı belirtildiğinden, davalı tarafça içeriğine ve imzasına itiraz edilmeyen bu senede itibar edilerek taşınmazın davacılar adına tescilinin yapılmasının senetteki tarafların iradesine uygun düşen bir durum olduğu, davalı S. Ç.'in kendi iradesi ile 1996 tarihli senetle dava konusu taşınmaz üzerindeki hissesini çocukları davacılara hibe ettiği ve kadastro çalışmaları başlayana kadar da bağışlama iradesinden dönmediği, kadastro çalışmaları esnasında davalı S. Ç.'in, dava konusu taşınmazın 1/2 hissesini 2004 yılında evlendiği eşi K. Ç., 1/2 hissesini de kendi adına tespit ettirdiğinden artık davalı S.'in taşınmazı bağışlama iradesinden söz edilemeyeceğini, yapılan tespitten itibaren dava konusu taşınmaz üzerinde davalı S.'in sürdürdüğü zilyetliği, kendi adına sürdürdüğünün kabulünün gerekli olup, o tarihten itibaren Kadastro Kanunu'nun 14. maddesinde yer alan nizasız ve fasılasız sürdürülen 20 yıllık zilyetliğin davalılar adına oluşup oluşmadığının araştırılmasının gerekliliğinin ortaya çıktığı, kadastro çalışmaları ve dava tarihi göz önüne alındığında davalıların Kadastro Kanunu'nun 14. maddesinde yer alan şartları süre yönünden taşımadıklarının anlaşıldığı, hibe senedinde, muris H. Ç. ve davalı S. Ç. ölünceye kadar dava konusu taşınmazın hibe edenlere ait olacağını şart koşmuş iseler de, davacıların bu şartın gerçekleşmesini beklemeleri ve şart gerçekleştikten sonra dava açmaları halinde kanunda düzenlenen 10 yıllık hak düşürücü sürenin geçmiş olma ihtimali bulunduğundan, şayet bu hak düşürücü süre geçtikten sonra dava açılırsa, dava süre yönünden reddedileceğinden ve bu hukuki sonuç ile de 30.08.1996 tarihinde serbest irade ile düzenlenen senedin hiçbir anlamı kalmayacağından davacıların kadastro tespitine itiraz etmelerinin hakkaniyete uygun olduğu gerekçesi ile önceki kararda direnilmiştir.
Direnme kararını temyize davalılar vekili getirmiştir.
Dosya içeriği ve toplanan delillerden; dava konusu 139 ada 94 nolu parselin avlulu üç katlı kargir ev vasfı ile senetsiz ve belgesizden S. Ç. ile K. Ç. adına ½'şer payla 07.11.2007 tarihinde tespit edildiği, tutanağın edinim kısmında S. ve K.'ın 20 yılı aşkın zilyet olduklarının belirtildiği, davalı S.'in ilk eşi H.'nin 20.04.2003 tarihinde vefat ettiği, ikinci eş davalı K. ile de 18.12.2004 tarihinde evlendiği anlaşılmaktadır. Davacıların dayandığı 30.8.1996 tarihli senet başlıklı adi yazılı düzenlenen belge içeriğinde; mülkiyeti bana ait olan üç katlı ev ve bahçesi ölünceye kadar bizler S. Ç. ve H. Ç.'in olup, öldükten sonra ise C. Ç. ile N. Ç. G.'nindir. Bizler muhtar ve azalarla, şahitler huzurunda iş bu ev ve bahçesini hibe etme senedini imzalarımızla parmak izimizle tasdik ettik ve rücu kabil olmamak üzere, diğer mirasçılarımızın hiçbir hak ve alakaları kalmamak üzere bir bodrum, iki katlı (üç kat) evi çocuklarımızdan hibe ettiğimiz C. Ç. ile N. Ç. G.'ye devrettik. Kendi aralarında ikisi evi ve bahçesini taksim edeceklerdir, şimdilik birliktedirler. Tapu kadastro geçtiğinde ise tapuda isimlerine de tescil ettireceklerdir. denilmek suretiyle belge sağlar arası bağış niteliğinde düzenlenmiştir.
Davalı S. senede karşı beyanında; köy azalarından birinin imzası olmaması nedeniyle senedin şekil şartlarını taşımadığını, senette ölünceye kadar taşınmazın kendisine ait olacağının belirtildiğini, kendisinin sağ olduğunu, taşınmazın zilyetliğinde olduğunu bildirmiştir.
Bilindiği üzere, tapuda kayıtlı olmayan taşınmazlarda bağış, resmi şekle tabi olmayıp, menkullerde olduğu gibi zilyetliğin teslimi ile vücut bulur, her türlü delil ile kanıtlanabilir ve şarta bağlı yapılabilir (818.s.BK m 234, 237, 240). Davacıların dayanağı senet başlıklı adi yazılı belgede, H. parmak bastığından, bu parmak izinin anılan kişiye ait olduğuna dair muhtar ve ihtiyar heyetinin tasdiki şekil şartı olup, bu kurala uyulmamış ise de, dava konusu taşınmaz kadastro öncesinde tapuda kayıtlı olmadığından, menkul mallar gibi değerlendirildiğinden zilyetlik ve bağışın varlığı her türlü delille kanıtlanabilir.
Somut olayda; dosya kapsamı, dinlenen bilirkişi ve tanık beyanlarından anlaşıldığı üzere senet içeriği kanıtlanmıştır. Davacıların dayanağı senet başlıklı belgede, bağış koşulu olarak taşınmazların davalı S. ile anne H.'nin ölümünden sonra davacılara geçeceği hususunun düzenlendiği de anlaşılmaktadır.
Bu bilgiler ışığında bağışlamaya konu edilen davalı S. ve H. payı yönünden somut olayın ayrı ayrı irdelenmesi gerekmektedir:
I-Davalı S. payı yönünden yapılan incelemede; her ne kadar 30.08.1996 tarihli belgeye göre payını çocukları olan davacılara bağışladığını bildirmişse de, davalı S. sağ olduğundan, bağış koşulunun gerçekleşmediği, zilyetliği kendi adına sürdürdüğü ve davacılar lehine bu pay yönünden zilyetlikle edinim koşullarının oluşmadığı anlaşılmaktadır. Her ne kadar 30.08.1996 tarihli senedin son bölümünde Tapu kadastro geçtiğinde ise tapuda isimlerine de tescil ettireceklerdir. ibaresi yazılı ise de, senet metninin bütünü incelendiğinde bu ibarenin senedin birinci paragrafında yazılı mülkiyetin ölünce geçeceğine dair temel koşulu ortadan kaldıran bir ibare olmadığı, aksine, koşullar gerçekleştikten sonra tapuya tescilin sağlanacağına dair bir açıklama niteliğinde olduğu görülmektedir. Bu nedenle davacıların isteminin davalı S. payı yönünden reddine karar verilmelidir.
II-H. Ç. payı yönünden yapılan incelemede ise; öncelikle bağışlamaya ilişkin 30.08.1996 tarihli belgede S. Ç. ve H. Ç.'in birlikte imzası bulunup, içeriğine davalı S. tarafından itiraz edilmemekle, davalı S.'in, muris H. Ç.'in dava konusu parselde bulunan iki katlı ev ve bahçe üzerinde 1/2 hissesi olduğunu kabul ettiği gözetilerek, dava konusu taşınmazda muris H. Ç.'in payının bulunup bulunmadığı hususunda ayrıca araştırma yapılması gerekmemektedir.
Buna göre dava konusu taşınmazda kadastro öncesinde davalı S. ile muris H.'nin ½'şer oranda paya sahip oldukları sabittir.

Tapulama sırasında adına tespit yapılan davalı K.'ın payına gelince; tapulama tutanağında davalı K.'ın dava konusu taşınmazda 20 yılı aşkın zilyet olduğu belirtilmişse de, K.'ın davalı S. ile 2004 yılında evlendiği ve kadastro tespitinin 2007 yılında yapıldığı gözetildiğinde taşınmazdaki ½ payı ne şekilde edindiği ve zilyetliğinin evlenme tarihinden öncesinde başladığı hususunun kanıtlanamadığı gibi, evlenme tarihinden itibaren de tutanakta belirtilen 20 yıllık sürenin dolmadığı ve davalı K. lehine kazandırıcı zamanaşımı zilyetliği ile edinim koşullarının oluşmadığı anlaşılmaktadır. Öte yandan gerek senet başlıklı belge içeriğinden gerekse dinlenen tanık beyanlarından davacıların evlenene kadar dava konusu taşınmazdaki dairede ailesi ile birlikte yaşadığı, davacı C.'ın yurt dışına çalışmaya gittiği, evlendikten sonra eşinin bir buçuk yıl dava konusu taşınmazda kaldığı, daha sonra eşini yurt dışına götürdüğü, davacıların dava konusu taşınmazda halen bir kısım eşyalarının bulunduğu, senette anne H.'nin payını davacılara bağışlama iradesini ortaya koyduğu, zilyetliğini davacılar adına sürdürdüğü, 20.04.2003 yılında ölümü ile de bağış şartının gerçekleştiği ve davacılar lehine bu pay yönünden zilyetlikle edinim koşulları oluştuğundan taşınmazın davalı K. adına kayıtlı yarı payının iptali ile davacılar adına tesciline karar verilmelidir.
O halde, dava konusu 94 parsel sayılı taşınmazın sadece davalı K. adına kayıtlı ½ payının zilyetlikle edinim koşullarının davacılar lehine oluştuğunun kabulü ile bu pay yönünden davanın kabulüne karar verilmeli; davalı S. payı yönünden ise dava reddedilmelidir.
Hukuk Genel Kurulu görüşmeleri sırasında bir kısım üyeler tarafından; senet başlıklı belgenin şekil koşullarını taşımamakla birlikte, dinlenen tanık ve tespit bilirkişisi beyanlarından davacıların anne ve babaları olan davalı S. ile dava dışı H.'nin dava konusu tapusuz taşınmazdaki paylarını davacılara 30.08.1996 yılında bağışladıkları, davacılar adına zilyetliklerini sürdükleri ve tespit tarihi olan 2007 yılı itibariyle kazandırıcı zamanaşımı ile edinim koşullarının davacılar lehine gerçekleştiğinden davanın kabulüne ilişkin yerel mahkeme kararının onanması gerektiği görüşü savunulmuşsa da, bu görüş yukarda açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.
Açıklanan bu değişik gerekçe ile usul ve yasaya aykırı olan direnme kararı bozulmalıdır.
Sonuç: Davalılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının yukarda açıklanan değişik gerekçelerle 6217 sayılı Kanun'un 30.maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'na eklenen "Geçici madde 3" atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 429.maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcın yatırana geri verilmesine, 21.01.2015 gününde oyçokluğu ile karar verildi.
KARŞI OY
Davacılar, dava konusu taşınmazın babaları S. ve anneleri H.'ye ait iken kendilerine bağışlandığı ve bu suretle mülkiyetin kendilerine ait olduğu iddiasıyla kadastro tespitine itiraz ederek bu davayı açmışlardır.

Mahkemece yapılan yargılamada taşınmazın 1/2 payı adına tespit edilen davalı Kezban'ın taşınmazla kadastro tespiti tarihine kadar adına tespiti gerektirecek hiçbir hukuki ilgisinin olmadığı belirlenmiş, taşınmazın evveliyatının S.'e ait iken davanın dayanağı olan 30.08.1996 tarihli senetle S. ve H.'ye ait olduğunun S. tarafından da kabul edildiği sabit olmuştur. Davacıların dosyaya sundukları senet, S.'in imzasını taşımakta olup onun yönünden adi yazılı belge niteliğindedir. İddia bakımından senet niteliğini taşıyan bu belgede S. de taşınmazda H. ile birlikte müşterek malik olduğunu kabul etmektedir. Bu durumda taşınmazın mülkiyetinin bağış sırasında, 1/2'şer hisselerle S. ve H.'nin olduğunun kabulü gerekmektedir. H.'nin 1/2 hissesi yönünden bu belge ihtiyar heyeti onaylı senetlerden olduğundan o tarihte yürürlükte bulunan 1086 sayılı HUMK'nın 297. maddesi uyarınca muhtar ve ihtiyar heyetinin tasdiki şekil şartıdır (İBK 12.11.1930, E.29, K.30). Dayanılan belgede, ihtiyar heyetinden yalnız birinin imzası bulunduğundan senet, şekil şartından yoksun olup H. bakımından geçerli değil ise de, Kadastro Kanunu uyarınca, evveliyatı senetsizden olan taşınmazlarda kadastro tespitine kadarki malik sıfatıyla zilyetlik hususunun tanıkla da ispatı mümkün olduğundan, dinlenen tanık beyanlarından H.'nin de davacılara taşınmazdaki hissesini bağışladığı anlaşılmaktadır. Gerek H., gerek S.'in ağzından davacılara bağışladıklarını bizzat duyan tanıkların beyanları mevcuttur. Ayrıca dayanılan senet bütün olarak değerlendirildiğinde bağışlayanların amacının, taşınmaz ölünceye kadar kullanmak, kadastro tespitinin ölümlerinden önce yapılması halinde ise mülkiyetin davacılar üzerine tespit ve tescili yönünde olduğu, iradelerin bu yönde birleştiği, bu amaçla taşınmazı ölünceye kadar H.'nin ve halen S.'in kullandıkları ve bu şekilde kullanımın da malik sıfatıyla olmayıp davacıların asli zilyetliğini tanıyarak fer'i zilyet sıfatıyla olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim halen taşınmazda davacıların eşyalarının da bulunduğu bir kısım tanıklarca beyan edilmiştir. İrade bu yönde birleştiği için taşınmazların davacılara kısa elden teslimi söz konusudur ve bağış gerçekleşmiştir. Kadastro tespitinde 1/2'si adına tespit edilen Kezban'ın ise adına tespiti gerektiren bir durum olmadığından, toplanan delillere göre her iki davalı adına kadastro tespitine itirazın kabulü ve taşınmazın davacılar adına tescili gerektiğinden yerel mahkemenin bu yöndeki direnme kararının onanması düşüncesiyle, sayın çoğunluğun H.'nin terekesinin paylaşılıp paylaşılmadığının araştırılması yönündeki bozma gerekçesine katılamıyoruz. (¤¤)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder